Haber / Yorum / Bildiri

Tüm şiddet ve baskıya, yasak ve hukuksuzluğa, savaş ve saldırganlığa rağmen sokaklar canlandı, Erdoğan otoriter faşist tek adam rejimini kuramayacak!

Devrim İNANIR

14 Nisan 2020’de bir Kabine toplantısından sonra yaptığı bir açıklamada Erdoğan şöyle diyordu: “ülkemiz sadece korona virüsten değil, aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır.” Korona virüsünün doludizgin yayıldığı Nisan ayında bu virüsle mücadeleyi en başa almak ve topyekûn halkı bu virüsle mücadeleye sevk etmek dururken, Erdoğan’ın bu sözleri, muhalefeti de bir virüs olarak görmesi ne anlama geliyordu? Bu korona virüsü ile mücadele zaten zordu. Bir de muhalefete karşı savaş açmanın ne anlamı vardı? O zaman kamuoyunda Erdoğan’ın bu sözleri, onun faşist, otoriter tek adam rejimini kurabilmek için önümüzdeki günlerde muhalefeti “ezeceği” yönünde yorumlanmıştı. O aynı anda bir taşla iki kuş vurmak istiyordu. Korona virüsünden ve muhalefet “virüsünden” kurtulmak. Ama olmadı.

Korona virüsüyle mücadelede Erdoğan başarısız kaldı. Hâlâ vaka sayıları 1000-1500 arasında gidip gelmektedir. Bu uluslararası ölçülere göre çok yüksek bir sayıdır. Ekonomi kötü: Çökmüş durumda. Turist yok, ihracat durgun, işsizlik sürekli artıyor. Kamuoyu yoklamalarının sonuçları ise çok kötü. AKP% 30,3, MHP’nin %6,2. Yani ikisi birden iktidar olamıyor. Millet artık AKP-MHP iktidarına sırt çevirmektedir. Bu durum Erdoğan’ı çıldırtıyor.

Muhalefet ise canlanıyor. Eleştirileri Erdoğan’ın yüreğine taş gibi oturuyor. HDP sokaklara çıktı, “darbelere karşı demokrasi” eylemleri başlattı. CHP’de Erdoğan’ın tek adam rejiminden parlamenter rejime geçmek için demokratik ittifak arayışları hızlandı. Babacan ve Davutoğlu’nun partileri, birkaç puan da olsa, AKP ve MHP’nin tabanını oymaya devam ediyor. Bu koşullarda Erdoğan tek çareyi muhalefete savaş açmakta, onu susturmakta buldu.

Erdoğan muhalefeti susturmanın ilk adımı olarak çok azalmış olan muhalif medya ile sosyal medyayı ve siyasi alanda HDP’yi kapatmak, ülkede hâlâ demokratik bir güç olan meslek kuruluşlarını parçalamak, işlevsiz hale getirmek için harekete geçti. CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu gibi önde gelen CHP’lilere cezalar kestirmek, Milletvekili CHP’li Enis Berberoğlu, HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın vekillikten düşürtmek, HDP’li milletvekilleri hakkında fezleke hazırlatmak, belediyelerine kayyımlar atanması ise muhalefeti susturmanın diğer boyutudur.

Erdoğan ne yapıp, ne edip muhalefeti susturmak, onların sokaklara çıkmasını engellemek istiyor. Aksi takdirde iktidarının tehlikeye girebileceğinden korkuyor. Ama korkunun ecele faydası yok. O nasıl korona virüsüyle mücadelede başarılı olamadıysa, muhalefet “virüsü” ile de mücadelede başarılı olamayacaktır. Onun iktidarını sarsacak ve onu iktidardan düşürecek olan tüm muhalefetin üstte ve tabandaki demokratik ittifakı olacaktır. Bu ittifakı örmekte en büyük görev sol ve demokratik, devrimci ve barış güçlerine düşmektedir.

HALK TV ve TELE 1 ekranları karartılıyor

Son zamanlarda Erdoğan’ın gözüne diken gibi en çok batan sayıları bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar az olan birkaç TV kanalı ve gazetenin yayınları ve bu yayınlarda dile getirilen eleştiriler ve haberler oldu. Önce gazetecileri tutuklattı. Şimdi de HALK TV ve TELE1’in önce ekranlarını karartmak, sonra da ilk fırsatta tümden kapatmak için adımlar atıyor. Nedir Erdoğan’ın hazmedemediği bu yayınlarda söylenenler? 13 Mart 2020 tarihinde Halk TV’de İstanbul Milletvekili Ahmet Şık’ın “Türkiye Suriye’de… İşgalci bir güç” saptaması RTÜK’e suç saydırılmıştır. RTÜK’e göre “Kendi hudut güvenliğini sağlamaya çalışan devletimizin Suriye topraklarında işgalci olarak gösterilmeye çalışılması hiçbir şekilde onaylanabilecek bir tavır değildir.” Bu tavır “Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını rencide edici”dir ve Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı bir “suçlama”dır. Aynı şekilde Ayşenur Aslan’ın “… ne zaman ki içerde sıkışılsa hemen gözleri dışarıya çevirirler. Dün mesela Pençe Harekâtı, Kuzey Irak’a bomba atmışız, ben bu Pençe Harekâtlarını, Kartal Harekâtlarını, efendim işte Şahin Harekâtını ne derseniz onun adına. …. artık yani ben utanıyorum” cümleleri ile Hüsnü Mahalli’nin de “… ya kardeşim Türkiye Libya’da ne yapıyor? Yani neyin peşinde? …Şimdi dolayısıyla Mısır’ı karıştıralım, Sudan’ı karıştıralım, Cezayir’de İslamcılar var Cezayir’i…” ifadeleri RTÜK’e suç saydırtıldı. RTÜK bu ifadeleri “Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlık ve bağımsızlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı” buldu ve bu ilkelerin “ihlal” edildiği kanaatine vardı ve Halk TV’ye 5 günlük ekran karartma cezası verdi.

Yine TELE1’de Cemil Kılıç’ın, “Türkiye’de teokratik bir rejim kurulmaya çalışılıyor, Diyanetin yaptığı bütün açıklamalar bu anlayışı destekliyor. Türkiye’de kurulmak istenen teokratik halife sultan rejimi Diyanet tarafından takviye edilmeye çalışılıyor” sözleriyle Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışmasında “Allah yazısının altında Cumhurbaşkanının resminin yansıtılmış olması”nın ve yarışmaya katılanların “ellerini bağlamış sanki namaza duracaklarmış gibi… sayın cumhurbaşkanına doğru dönmüş” olmalarının yanlış olduğu saptaması RTÜK’e suç saydırılmış ve TELE1’e de 5 gün ekran karatma cezası verdirilmiştir. RTÜK’e göre “Söz konusu programlarda ifade özgürlüğü hakkı kullanılırken uyulması gereken kurallardan ve sorumluluktan uzak” durulmuş, “ayrıştırıcı bir dille, toplumun dini duygularını örseleyecek kelimeler” seçilmiş, Cumhurbaşkanı “Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na yönelik toplumda kin ve nefret duygularına sebebiyet verebilecek nitelikte çok ciddi suçlamalarda” bulunulmuştur. Her gün toplumu nefret ve kin söylemleriyle ayrıştıran ve kutuplaştıranları, basın ve ifade özgürlüğünü ihlal edenleri aynı yöntemle savunmak büyük bir ustalık istemez. RTÜK’teki AKP’liler “görevlerini”, Cumhurbaşkanının emirlerini yerine getirmişlerdir. Her iki kanala verilen 5 günlük karatma cezası sıradan bir ceza değildir. Zira bu ceza bir kez daha kesilecek olursa o zaman kanalın lisansı iptal edilecek, kapatılacak ve tamamen susturulacaktır. Bu melun 5 günlük ekran karatma kararı maalesef yakında gelecek kapatma, susturma felaketinin habercisidir. 

Savaş politikasının eleştirilmesinden korkan Erdoğan

Gerek Halk TV gerekse Tele1 yayınlarında Erdoğan’ı bu derece kızdıran onun politikasındaki iki temel yaklaşımı bir Türk televizyonunda, Türk kamuoyu önünde tartışmaya açılmasıdır: Kürtlerle savaş ve teokratik, dine dayalı devlet hedefi.  Ahmet Şık’ın Suriye’deki savaşı, Hüsnü Mahalli’nin Libya’daki müdahil durumu ve neyin peşinde olduğunu sorgulaması, Ayşenur Aslan’ın Kandil’e karşı son “pençe” harekâtını gündeme getirmesi ve Türk halkının bu harekâtlardan “utanması” gerektiğini vurgulaması önemli açılımlardır. Erdoğan Kürtlere karşı, özellikle Kandil’e karşı yaptığı saldırılarla, İdlib’de, Libya’daki konumunu Havuz Medyasına övdürerek yarattığı milliyetçilikle, şovenizmle, Kürt ve PKK düşmanlığı ile yıllardan beri iktidarda kalabilmekte, Türk halkını bu kin ve nefret diliyle arkasına alabilmekteydi. Havuz Medyasında HDP’nin bile yasaklandığı bir dönemde Halk TV’deki bu tartışmalar önemli gelişmelerdir, Erdoğan’ı can evinden vurmaktadır. Bugün Türkiye’de esas yapılması gereken Erdoğan’ın Kürtlere karşı yürüttüğü savaşın, Suriye ve Libya’ya müdahalesinin tartışılabilmesidir. Erdoğan bu tartışmadan şeytandan korktuğu gibi korkmaktadır, bu yöndeki her adımı boğmaya kalkışmaktadır. Bu tartışmayı başlatmadan Erdoğan’ı geriletmek, iktidarına son vermek, demokrasiye geçebilmek mümkün değildir.

Tele1’deki teokratik devlet tartışması Erdoğan’ın ikinci can alıcı konusudur. O yıllardan beri toplumu sessizce içten içe vahabileştirmekte, vahabi İslam temelinde dindar ve kindar yeni bir nesil yetiştirmekte küçümsenmeyecek ciddi adımlar atmış, önemli bir mesafe kat etmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı toplumu Vahabi İslam’la dizayn eden manevi ve kültürel en yüksek kuruma dönüştürülmüştür. Erdoğan’ı iktidarda tutan dışta savaşsa, içte milliyetçilik ve Vahabi İslam anlayışı, sorgusuz, sualsiz biat ve itaat kültürüdür, sultan ve halife anlayışıdır. Erdoğan yüzyıllardan beri Anadolu’da yaşayan akla, karşılıklı saygı ve anlayışa dayalı Alevi ve Hanefi kültürünü yok etmekte, onun yerine Vahabi kültürünü ikame ettirmektedir. Bu kültür demokrasiye, basın ve ifade özgürlüğüne, insan kişiliğinin gelişmesine ve aklın gereğine göre kendi geleceği ve yaşam biçimine karar vermesine karşıdır. Vahabi ve Anadolu kültürü üzerine açılacak bir tartışma Erdoğan’ı can evinden vuracak diğer alandır. Erdoğan’ı ideolojik ve kültürel alanda yenmek için bu tartışmaya hazır olmak ve yürütmek gerekmektedir.

Kadınlara cinsel saldırı ve sosyal medyayı kapatmak

Susturulacak muhalefet, kapatılacak medya denince Erdoğan’ın aklına ilk gelenlerden biri sosyal medyadır. Günümüzde sosyal medya insanların, günlük yaşamının bir parçası haline gelmiş, haberleşmekte, iletişim ve komünikasyonda çoktan yazılı basın gazetenin, radyo ve televizyonun yerini almıştır, özellikle Z kuşağı denen genç neslin olmazsa olmazı haline gelmiştir. Bugün toplantılar, çağrılar, buluşmalar sosyal medya aracılığı ile olmakta, facebook’suz, Twitter’sız bir yaşam düşünülememektedir.

Erdoğan bu sosyal medyayı bir türlü kontrol altına alamadı. Onu kapatmayı, en azından kullanılamayacak hale getirmeyi çok düşündü ve çareler aradı. Ama bir türlü olmadı. Zira kendisi de bu medyayı trolleri aracılığı ile aktif olarak kullanıyor, kendini eleştiren kişi ve kuruluşlara karşı lanet okutan kampanyalar açtırıyordu. Twitter Türkiye’de hükümet lehine manipülasyon yapan 7340 “trol” hesabını tespit etti ve kapattı. Bu Erdoğan’a indirilen büyük bir darbeydi. Bunun üzerine de Erdoğan sosyal medyayı kapatmak için fırsatlar kollamaya başladı. Nihayet beklenen fırsat doğdu. Canan Kaftancıoğlu, Berna Yalçın, Nevşin Mengü, Başak Demirtaş’a erkek egemen dille yapılan cinsel saldırılara karşın, her nasılsa büyük cesaret isteyen Erdoğan’ın kızı ve Maliye Bakanını Berat Albayrak’ın eşi Esra Albayrak’a sosyal medyada yapılan cinsel saldırıyı bahane ederek sosyal medyayı kapatmak, en azından sıkı denetlemek için harekete geçti. Bunun için “kurmaylarına” kanun hazırlamaları emri verdi. Barolar kanunu Meclisten çıktıktan sonra gündeme gelecek ilk kanun sosyal medya kanunu olacaktır.

Önce şunu belirtelim ki, Esra Albayrak da olsa bir kadına yapılan bu cinsel saldırıyı amasız ve fakatsız kınıyoruz. Aynı şekilde Erdoğan’ın bu saldırıyı bahane ederek sosyal medyayı kapatmaya kalkmasına da şiddetle karşı olduğumuzu ilan ediyoruz. Sosyal medyada bu gibi saldırıları önlemenin kanun yapmaktan ve kapatmaktan başka binlerce yolu vardır. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi de başta Erdoğan olmak üzere AKP ve MHP iktidarının bu ülkede yarattığı kin ve nefret, hakaret, linç ve küfür dili, söylemi ve ortamına son vermeleridir. Sosyal medyadaki bazı çevreler iktidarın bu söylem ve tutumundan güç almaktadır. Hele İslam dinine atfedilen “yenilen tarafın kadınları mubahtır” anlayışıyla ardıcıl mücadele edilmelidir. Fetullahçıların kadınlarına böyle bakanlar da aynı şekilde itham edilmelidir. Sosyal medyayı “eğitecek” olan toplumun ve iktidardakilerin tavrıdır. 

Sosyal medyayı kapatmak çözüm değildir. Eğer Erdoğan Edirne Cezaevinde rehin tuttuğu Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a sosyal medyada yapılan cinsel hakarete ardıcıl şekilde karşı çıksaydı ve suçlu tutuklandığından bir gün sonra serbest bırakılarak “mükâfatlandırılmasaydı” ve “cesaretlendirilmeseydi” bugün büyük bir ihtimalle kimse sosyal medyada Esra Albayrak’a veya bir başka kadına hakaret etmeye ve saldırmaya cesaret edemezdi. Başak Demirtaş’a yapılan hakaret sıradan bir sorun değildi, hele hiç de iyi olmuş, oh denecek bir olay değildi. Ama iktidar olayı “biraz” böyle gördü ve sosyal medyaya karşı önlem almaya gerek görmedi. Şimdi Demirtaş’ın eşine cinsel hakaret edildiği için sosyal medyaya karşı önlem almanın zamanı mıdır dedi. Bu Erdoğan’ın Kürtlere, HDP’ye karşı uyguladığı politikaya ters olurdu. Ama ailesine yapılan cinsel saldırıyı, sosyal medyaya karşı önlem almak için bardağı taşıran damla olarak gürdü. Tutarsızlığın, ikiyüzlülüğün, bencilliğin ve adaletsizliğin tipik bir görüntüsüdür bu!. O böylece bir taşla iki kuş vurmaya kalktı. Hem ailesinin intikamını alacak hem de çok önemli bir muhalefetten kurtulmuş olacak. Ama bunu başaramayacak, sosyal medya yaşamaya devam edecek, çünkü o zamanın önemli ruhlarından biridir.

Erdoğan’a göre Baroların direnişi yok hükmündedir

Erdoğan’ın susturmak istediği muhalefet odaklarından biri de başta Barolar olmak üzere Türk Tabipler Birliği TTB ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği TMMOB ve diğer meslek kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar Erdoğan’ın hak ve hukuku hiçe saydıktan, adaleti ve yargıyı kendine biat eden kurumlar haline getirdikten sonra halkımızın demokrasi ve özgürlük mücadelesinde, hak arama savaşımında büyük destek olmuş, önemli işlevler üslenmiş kurumlardır. Gezi direnişinden başlayarak Bergama’da, Kaz Dağları’nda altın ve maden arama nedeniyle doğanın kirlenmesine, Doğu Karadeniz’de HES projelerine karşı direnen halkımızın yanında hep bu kuruluşlar olmuştur. Erdoğan bu kuruluşları kendine bağlı kuruluşlar haline getirmek için yıllardan beri uğraşmaktadır. Bir türlü bir yol bulamadı. Ama şimdi eline geçen bir fırsatı hemen değerlendirip Barolara karşı harekete geçti.

Nisan ayı sonunda Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş okuduğu Ramazan ayı ilk Cuma Hutbesinde  İslamın eşcinselliği “lanetlediğini” söyleyerek bunun “hikmetinin” hastalıkları ve “HIV virüsünü” beraberinde getirdiğini belirterek halkı bununla mücadele etmeye çağırdı. Ankara ve İzmir Baroları da Ali Arbaş’ın bu açıklamayla yasaları çiğnediğini. “nefret” suçu işlediğini, halkın bir bölümünü diğeri üzerine kışkırttığını belirterek, şimdiye kadar “çocuk tecavüzlerine gözlerini kapatıp, kadın düşmanlığının manevi zeminini dini söylemlerle meşrulaştıran” Erbaş’ı eleştirdiler. Erdoğan Baroların bu eleştirilerini fırsat sayarak hemen harekete geçti, “Diyanet İşleri Başkanını eleştirmek Baronun haddi değildir”, dedi ve “kurmaylarına” Baroların etkisini kırmak için bir kanun hazırlattı. Bugünlerde Meclis’te tartışılan bu kanun teklifi çoklu Baro sistemini ön görmekte ve böylece geleneksel baroların etkisini kırmayı ve Erdoğan’a biat edecek Baroları yaratmayı hedeflemektedir. 

Erdoğan’ın bu yasa girişimine karşı Barolar harekete geçti. Ankara’ya yürüdüler. Şimdi Meclis’in önünde direniyorlar, Komisyon toplantılarına alınmıyorlar, ama onlar da direnişten vazgeçmiyorlar. İstanbul Barosu’na bağlı binlerce avukat 30 Haziran günü İstanbul Çağlayan’daki Adalet Sarayı önünde toplandılar ve büyük bir gösteri yaptılar ve yasayı protesto ettiler, direnişlerinin süreceğini bildirdiler. Havuz medyasından tek bir kanalı dahi bir tek kelimeyle avukatların direnişini haber yapmadı, ama Meclise sunulan yasa hakkında sürekli haber geçtiler. Onlara göre avukatların, İstanbul Barosunun direnişi yok hükmündeydi. Böyle bir eylem olmamıştı. Bu gösteriyor ki. Erdoğan önümüzdeki dönem muhalefetin eylemlerini yok sayacak, onların eylemleri hakkında haber yaptırtmayacaktır. Avukatları eylemlerini haber yapan, kamuya duyuran bu kanallar oldu: Halk TV, Tele1, KRT ve Artı TV. Halk TV ve Tele 1’e verilen cezanın bir nedeni de onların muhalefetin eylemlerini haber yapmalarıdır. Erdoğan’a göre halk bu eylemleri duymamalı, bunun için bu kanallar ve sosyal medyanın susturulmalıdır.

Halkımız haber almak için yaratıcıdır, başka yollar bulacaktır. Ama önümüzdeki günlerde baroların direnişi sürecek, özellikle Anayasa Mahkemesi’nin yasayı iptal etmesi için eylemleri artacaktır. Tüm demokratik güçlerin bu eylemlere hazırlıklı olması gerekmektedir. Sokaklardan korkan Erdoğan’dır. Sokakları zapt etmek şimdi demokratların görevidir. Barolar demokrasi, adalet ve hukuk mücadelesinde önemli bir kaledir. Bu kale düşmemelidir.

Erdoğan’ı gönderecek olan yığınsal eylemlerdir

Erdoğan son bir haftadır muhalif medyayı ve kurumları susturmak için önemli, adımlar atmaya başladı. Alelacele Meclise sevk ettiği kanunlarla muhalefeti susturmak ve kendi iktidarını stabilize etmek istiyor. Şimdi Baroları parçalamayı ve kendine bağlamayı öngören kanun teklifini Meclisten geçirttikten sonra sosyal medyayı tamamen kullanılamaz hale sokacak olan kanun teklifini Meclise getirecek. Ondan sonra sırada şüphesiz TTB ve TMMOB ile ilgili kanunlar var. Daha sonrada HDP’yi kapatmak için adımlar atılması düşünülmektedir. Erdoğan bu adımlarla otoriter, faşist tek adam rejimini sağlamlaştırmayı, bu yasalarla da kendi otoriter rejimine hukuki zemin hazırlamayı hesaplamaktadır. O her şeyi kendine bağlayıp ülkeyi “dikensiz gül bahçesine” dönüştürmek istemektedir. O ister, doymaz, ama önlemek ve gemlemek de demokrasi güçlerin elinde olan bir görevdir.

Erdoğan’ın sonunu getirecek olan tek tek grupların, avukatların, akademisyenlerin, gençlerin, kadınların, işçi ve emekçilerin, sendikaların, çevrecilerin, CHP’lilerin ve HDP’lilerin eylemleri değildir, tüm bunları hepsinin katılacağı yığınsal eylemlerdir. Tekrar bir Gezi Direnişi, 68 Hareketi neden olmasın? Bunun için sol, demokratik, devrimci güçlerin, komünistlerin yığınlar içinde çalışmalarını hızlandırmaları gerektirmektedir. Türk ve Kürtlerin, diğer Türkiye halklarının, işçi ve emekçilerinin yığınsal ortak eylemleri olmadan Erdoğan’ı sarsmak, “düşürmek” ve yolcu etmek mümkün değildir.

Bir yanıt yazın