Haber / Yorum / Bildiri

Günümüz Türkiye’sinde genç olmak ne ifade ediyor?

Levent FİDAN

GÜNÜMÜZ Türkiye’sinde genç olmak ne ifade ediyor? Bunun birçok cevabı var, fakat şurası kesin ki, bu birçok cevap, kaçınılmaz olarak birçok farklı sınıf durumuna da işaret ediyor. Her sınıftan gencin farklı cevap vereceği bir sorudur bu. Nedir peki onları bu konumlara göre ayıran veya bir araya getiren? Farklı sınıflardan, çevrelerden gelen gençleri birleştiren birçok dert var. Bunların gün be gün daha da gün yüzüne çıktığı bir koşulda yaşıyoruz. Bunlardan öne çıkanlar güvencesizlik, depresyon.. Bunlar tabii ki toplumsal gelişmelerden ayrı düşünülemez. Günümüz neredeyse bir anti-depresan toplumu olmuş vaziyettedir. Gündelik yaşamın her alanı işgal eden boğucu pratiklerinden yakasını sıyıramayan özellikle küçük burjuva kesimlerden gelen gençler, artık seyahat gibi ufak kaçışlarla bile kendilerini tatmin edememekte, bir kısmı alkol, uyuşturucu gibi geçici çözümlerle kendilerini yaşama adapte etmeye çalışmakta, büyük bir kısmı da depresyonla cebelleşmektedir. “Kinizmin” milenyumun üzerine sis gibi çöktüğü ve neredeyse onun karakteri haline geldiği bir çağda gençler çıkış yolu görememekteler. Bunun, elbette, en büyük sebeplerinden biri, gençliğin mevcut ana akım düzen pratikleri dışında bir siyaset tipinden haberdar olmaması, yeni bir yaşamı düşleyememesidir. Gençliğin, biri diğerini aratmayan düzen pratikleri içerisinde kendisine el uzatacak, umut ışığı olacak bir pratik siyaset anlayışı ile karşılaşmamışken, aynı zamanda depresyon ve güvencesizlik gibi sorunlarla boğuşması, gittikçe artan intihar vakalarıyla da kesişiyor. Bugün gençlik market alışverişi dahi yapamaz bir konumdadır. Küçük burjuva veya burjuva ailelerde yetişmeyen gençlerin kültürel sermayeye erişimi oldukça kısıtlıdır. Zor bela, düşe kalka belirli yerlere gelen işçi ailelerin çocukları açısından depresyonun boyutları çok daha yıkıcı olabilmektedir; çünkü kültürel sermayeye erişememe gibi faktörler, okurken de çalışmak zorunda olan gençlerde yüksek derecelerde yetersizlik hissi yaratmaktadır. Bu yetersizlik hissi, okurken paraya erişememe ve torpil gibi şahitliklerle de birleştiğinde, üniversiteli gençler arasında umutsuzluk gitgide yayılmaktadır. Bir ‘yatırım’ olarak güç bela, asgari ücret ile okutulan, mobilleşmiş, part-time, sendikasız hizmet sektöründe çalışan üniversiteli gençliğin diploma ve üniversite eğitimine olan, akademiye olan inancı, haksızlıkların da artması ile iyiden iyiye sarsılmıştır. Bu durumun farkında olan sermaye sahipleri, ücretli emek sömürüsü konusunda hiçbir fırsatı kaçırmadıkları gibi bu fırsatı da kaçırmıyorlar. Arkadaş görünümlü patronluk gibi safsatalarla yok pahasına gençlerin emeğini ücretlendiren sermayedarlar, genç işsizliğin ne oranda olduğunu, gençliğin faturalarını bile ödeyemeyecek konumda olduğunu ve çoğu zaman asgari ücretin altına dahi tamah edebilecek hale geldiklerini biliyorlar ve bu fırsatı elbette kaçırmıyorlar.

Üniversite eğitimi alan gençlerle ilgili, bu gençlerin çağın ruhu açısından, haliyetleri açısından birçok analiz yapılabilir, yapılmıştır da. Fakat, önümüzde öncelikli duran yakıcı gerçekleri gözümüzün önünden ayıramamamız gerekir. Sermaye dolaşımı, mekânın üretiminden bindiğimiz minibüse, kültürel ürünlerden spora, ilişkisel bir mantık olarak bütün hayatı ele geçirir, yalnızca bir alış-veriş ilişkisi değildir. Böyle düşünüldüğünde, gençliğin bu anlamda serbest zamanlarını hangi kültürel ürünlerle değerlendirdiği sorusu, bambaşka bir yazıya konu olacak kadar uzun bir sorudur ve değerlendirilecektir. Bu sorudan önce düşünmemiz gereken şu olsa gerek; geçinmenin bu kadar zorlaştığı bir coğrafyada, neden bu kadar az ses çıkıyor? Bunun 80 darbesinden neo-liberal projenin ideolojik ufuklarına kadar birçok farklı cevabı olduğu doğru, fakat hepsinin gençlik üzerinde belki de en parlak yansıdığı bir tane alan var ki, onu bireyselleşme olarak saptayabiliriz. Burada, bugün, geçmişe kıyasla, üniversite gençliği açısından farklı bir döneme girildiğini tespit etmek mümkün gözükmekte. Çocukluğunun yaz aylarını esnaf çıraklığıyla geçirmiş bir işçi gençlikten o veya bu şekilde, her koşulda söz etmemiz mümkünken, sınıf farkları silindikçe, orta sınıf ailelerin çocuklarının da gittikçe işçileşmeye başladıklarını gözlemleyebiliyoruz. Bu, işçi gençliğin durumuna göre görece geç işçileşme durumu, genellemek ne kadar mümkün olmasa da birtakım hayaller ve anlatılarla büyümüş orta sınıf mensubu ailelerin çocukları olan gençleri büyük bir bunalıma sürüklemekte. Öte yandan, bu baskı altına alınmaya verilen tepki sadece orta sınıf gençlerde değil, işçi gençlerde de yalnızlaşma, kabuğuna çekilme, ev içi çeşitli aktivitelerle kabuğuna çekilme gibi durumlara yol açmasının yanı sıra, gençlerin kültürel ve ekonomik sermayeye erişimle ilgili herhangi bir tahayyül kurmasını bile engelleyecek bir durum yaratıyor.

Şu ana kadar saydığımız bütün bu ekonomik ve yaşamsal faktörleri, ideolojik faktörlerden bağımsız düşünmemiz elbette mümkün değil. Fakat şurası bir gerçek; üniversiteli gençliğin kurtuluşu, işçi gençliğin kurtuluşundan bağımsız değildir. Gençlik artık ücretli emeğin, kar hırsının, kısacası kapitalizmin bir al-ver ilişkisi olmadığını, yaşamlarını, doğalarını, geleceklerini, her şeylerini yutan kapitalizm; bir sistem olduğunu gün be gün daha iyi anlıyor. Fakat bu olumsuz koşulların gittikçe yakıcı hale gelmesi, ideolojilerin bittiği ve tarihin sonunun geldiğini iddiaların etkilerinin devam ettiği günümüz toplumunda, gençlerin olumlu, kendilerini kurabilecekleri bir ideolojik pozisyon almasını, ücretli emeğin dışında bir yaşam hayal etmelerini engelliyor. Velhasıl, artık şunu söylemek için erken değil; bu tezler bizzat tarih tarafından artık defnedilmişlerdir.  Gençliğin sınıf bilinciyle kendi yolunu kat etmesininanti-depresan toplumla, kapitalizmle mücadele etmesinin vakti gelmiştir. Bunun da bireyselleştirici veyahut kimlikleri durmaksızın üretici kimlik politikalarıyla değil, sınıf bilinçli bir dayanışma ruhuyla aşılacağı aşikârdır. Bu dayanışma ruhunda kendiliğinden, yatay yapılanmaların öne çıkarılması ise, gençlik hareketlerine yenilgiden ve motivasyonsuzluktan başka bir getiri sağlamamıştır. Günümüzdeki sermaye mantığını, tekelleşmeyi, iş cinayetlerini, çalışma koşullarını, hayata borçlu başlamayı ve güvencesizlikleri göz önünde bulundurduğumuzda, gençliğin şiirselliği arttıkça işlevselliği azalan teorilerle bir adım ileri, iki adım geri atacağını kestirmek zor olmasa gerek. Bu noktada günümüzün mevcut kültürel, ideolojik formlarını çok iyi analiz etmek gerekmektedir. Bunun yanı sıra, işçi ve üniversiteli gençleri sınıf ve akran dayanışması anlamında bir araya getirebilecek, sendikal mücadelenin de önemini gösterebilecek, güvencesizliği dayanışma ve örgütlenmeyle yeni bir geleceğe çevirebilecek ortak mücadele alanları yaratmak, önemli görevlerimizden biridir. Bu görevler, ancak sınıf perspektifine sahip gençlerle ve sınıf örgütüyle başarılabilir. 60’lı, 70’li yıllarda gençlik bu mücadeleyi „yolumuz işçi sınıfının yoludur“ şiarı altında vermiştir. Türkiye kazanın kaynadığı, gençlerin güvencesizlikle, depresyonla mücadele ettiği bu dönemde, milliyetçilik, Kürt düşmanlığı, anti-komünizm gibi fikirlerle gençleri bölen ideolojilerle birlikte gençliğin mücadelesini eğitim, karanlığa karşı aydınlık gibi meselelere indirgeyen yaklaşımlarla da mücadele etmeli, anti-şovenist, enternasyonal, sınıf bilinçli ve dayanışmacı bir gençlik hattı kurmak için bulunulan her alanda mücadeleyi sürdürmeli, gençliğin üstündeki yılgınlık sisini, örgütlü bir bilinçle darmadağın etmeliyiz.

Bir yanıt yazın