Haber / Yorum / Bildiri

TKP 99 YAŞINDA (Bölüm: 2)

Ekim Devrimi’nde ve Spartakis Hareketinde TKP’yi kuran kadrolar

Rusya’daki Bolşevik harekete katılan ve Ekim Devrimi’nde ve Rusya’daki Vatandaş Savaşı’nda aktif rol alarak savaşan, III. Enternasyonal’in kuruluşunda yer alan Türk Bolşevikleri, komünistleri de vardı. Bunların başında Türkiye Komünist Partisi, TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi bulunuyordu. Rusya’daki bu Türk Bolşevikleri uluslararası işçi hareketindeki, II. Enternasyonal’daki çatışmalara şahit oldular, bilfiil bunlara karşı mücadele ettiler ve devrimci Marksizm‘i, Leninizm‘i savundular. TKP’yi böylesine Marksizm‘in devrimci teorisiyle yoğurdular ve donattılar.

O dönem padişahın Berlin’e eğitime gönderdiği işçi ve öğrenciler, Spartakist hareketine, Kasım Devrimi’ne katıldılar. Almanya’da sağ sosyal demokrat yöneticilere, II. Enternasyonal’in reformist ve oportünist yöneticilerine karşı Spartakistler‘in verdiği mücadeleyi yaşadılar, bu mücadeleye katıldılar, devrimci Marksizm‘in- Leninizm‘in savunucusu oldular. Bu grubun önde gelenlerinden biri Ethem Nejat’tı. Türkiye’ye dönünce Mustafa Suphi ile bağlandı ve devrimci Marksizm-Leninizm temelinde TKP’nin kuruluşuna katıldı.

Fransa’da ise bu dönemde II. Enternasyonal’de beliren revizyonizme, reformist-oportünist akıma karşı açık, keskin bir savaş verilemedi. Bunun nedeni 1905 yılında değişik sosyalist grupların birleşmesiyle İşçi Enternasyonal’in Fransız Seksiyonu şeklinde oluşan Fransız Sosyalist Partisi’nin lideri Jean Jaurès’nin tutumuydu. Jean Jaurès’in sosyalizm anlayışı hümanist temellere dayanan, parlamenter-demokratik yollardan toplum düzeninin değişmesini öngören bir anlayıştı. Onun bu görüşüne partideki devrimci Marksist kanat karşı çıktı, ama onun etkisini kıramadı. Zira Jaurès hem reformist-pasifist pozisyonları savunuyor, hem de bu pozisyonlardan çıkarak gelmekte olan I. Dünya Savaşı tehlikesine, militarizme, gericiliğe ve antisemitizme karşı büyük bir coşkuyla savaşıyordu. I. Dünya savaşı arifesinde sol sosyalistlerle birlikte savaşa karşı dev yığın gösterileri düzenledi. Sağcıların hedef noktası oldu ve savaş başlamadan önce bir sağcı tarafından öldürüldü. Jaurès hayranlığının altında onun bu pasifist-hümanist tutumu ve savaşa, militarizme karşı verdiği amansız mücadele yatmaktadır.

20.Yüzyılın başında Fransa’da aralarında Mustafa Suphi ve Şefik Hüsnü’nün de bulunduğu Türk aydınlarının çoğu Jean Jaurès’nin bu tutum ve mücadelesinin etkisi altında kaldılar ve uluslararası alanda reformizme ve oportünizme karşı verilen savaştan “haberdar” olamadılar. Türkiye’ye döndüklerinde de, reformist, özgürlükçü, milliyetçi parlamenter tavırdan daha ileri bir tavır sergileyemediler. Meşrutiyetçiliğin, İttihat ve Terakki Partisi’nin etkisinde kaldılar. Ülkeye döndüklerinde oldukça zayıf olan işçi hareketiyle bağlanamamalarının bir nedeni de, onların Fransa’dan Fransız Sosyalist Partisi ve onun lideri Jean Jaurès’in reformist, hümanist, sosyal demokrat parlamenter anlayışının etkisi altında kalmalarıydı. Ancak daha sonra Rusya’ya giden Mustafa Suphi ve Almanya’ya giden Ethem Nejat gibi Rus ve Alman devrimlerini yaşayanlar reformizme ve oportünizme karşı devrimci Marksizm‘i savunur konumlara geldiler ve yeni türden parti olan komünist partisini, Bmilliyetçiolşevik partisini, Türkiye Komünist Partisi, TKP’yi kurdular. Şefik Hüsnü gibi diğer Osmanlı solcularının çoğu Jean Jaurès’çiliği, reformizmi, burjuva uzlaşmacılığını aşamadılar, milliyetçiliğin, İttihat ve Terakki’nin etkisinden kurtulamadılar.

20.Yüzyılın başında Osmanlı aydınları, solcu ve sosyalistleri, işçileri dolaysız bir şekilde etkileyen; bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’ndaki özgürlük hareketleri, milliyetçilik ve İttihat ve Terakki olurken, diğer yandan da dünyadaki ve özellikle Avrupa ülkelerindeki siyasi mücadeleler ve gelişmeler olmuştur. Bu aydın ve işçiler bu ülkelerde bilfiil yaşayarak edindiklerini Türkiye’de işçi hareketine, Marksist harekete taşımışlardır. Onlar bu hareketlerin oluşmasında belirleyici oldular.

İttihat ve Terakki despotlaştıkça, otoriterleştikçe, özgürlükleri yok ettikçe, işçi ve emekçi halka karşı baskıcı tutumu ortaya çıktıkça, bu aydınlardan birçoğu İttihat ve Terakki’ye muhalefet etmeye, İttihat ve Terakki’den ayrılmaya, başka partiler kurmaya, dergiler çıkarmaya başlamışlardır. İttihat ve Terakki’ye karşı gelen bu muhalif aydınlar arasında Mustafa Suphi de vardır. Mustafa Suphi daha sonra “İfham” gazetesinde yazmaya başlamıştır. 1913’de Sadrazam Mahmut Şevket Paşanın katli üzerine İttihatçılar tüm muhalefet temsilcilerini Sinop kalesine sürmüşlerdir. Bunlar arasında Mustafa Suphi ve daha sonra Debbağhane, tersane ve tramvay grevlerinin başarıya ulaşmasıyla meşhur olan ve Türkiye Sosyalist Fırkası’nı kuracak olan “İştirakçi Hilmi” de vardır. Bu dönem Hilmi daha çok İngiliz tekellerinin yararına tramvay işletmelerinin sahibi olan Fransız şirketlerine karşı savaşıyordu. Yine bir başka yalancı sosyalist olan Şakir Rasim de Fransız tekellerine bağlı olarak, sözde, İngiliz sermayesine karşı savaşıyordu. Bu her iki sahte işçi lideri İstanbul işçilerinin savaşçı ruhunu sömürerek, işçi sınıfının gerçek davasına ve Anadolu’daki milli mücadeleye karşı emperyalistlere ajanlık ediyorlardı.

Daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Mütarekeye kadar her türlü işçi hareketine ve sol faaliyete son verilmiştir. Şefik Hüsnü’de 1912 senesinde Paris’den döndükten sonra askeri doktor olarak önce Balkan, sonra da Birinci Dünya Savaşına katılmış, bu esnada bir sol faaliyette bulunmamıştır. Hilmi’nin partisinin yanısıra bu dönem Sosyal Demokrat Fırkası gibi başka partiler de kurulmuştur. Bunlar da daha çok işçileri kullanmak isteyen ya eski İttihatçılar, ya da reformist kişilerdi. Bunların hepsi Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Hareketinden kopuktular. Buna rağmen bu partilerden Türkiye Komünist Partisi’ne gelen iki önemli kişi vardır. Biri Türkiye Sosyalist Fırkası, TSF’den Sadrettin Celal Antel, diğeri de Sosyal Demokrat Fırkası SDF’den Ziynetullah Nuşirevan idi. Nuşirevan Ankara’da Komünist Partisi ve Halk İştirakiyûn Fırkası’nın kuruluşunda, Sadrettin Celal de İstanbul örgütünde önemli rol oynamışlardır. Ama artık bu dönemde, 1919 yılından itibaren hem İstanbul’da, hem de Anadolu’da işçi hareketinde ve halkın ulusal kurtuluş direnişinde belirleyici olan, 1914’de Sinop’tan Rusya’ya kaçan, Oktober Devrimini yaşayan Mustafa Suphi’dir. Onun yönlendirmesiyle hem İstanbul’da, hem de Anadolu’da kurulan komünist küme ve hücrelerdir.

Bir yanıt yazın