Haber / Yorum / Bildiri

1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ

Emperyalizmin Ortadoğu’da başlattığı tüm dünyaya yaymaya çalıştığı 3. Dünya Savaşına karşı çıkalım!

İNF-Anlaşmasını kaldıran ABD’nin yeni bir nükleer silahlanma yarışına hayır!

Erdoğan’ın Ortadoğu’da Kürtlere karşı açtığı savaşa, Kıran ve Pençe operasyonlarına, Fırat’ın doğusuna, Rojova’ya saldırı hazırlıklarına son!

Çiğdem ERKAN

1 Eylül dünyada savaşa karşı gelme, dünya barışını savunma günüdür. Bu insanlığın en büyük barbarlığından biri olan 2. Dünya Savaşı’ndan çıkarttığı derstir. Zira 1 Eylül 2. Dünya Savaşının başladığı gündür. Dünyada yeni bir German İmparatorluğu kurmaya kalkan Hitler faşizminin dünyayı ateşe vermeye, başta Yahudiler, komünistler olmak üzere insanlığın büyük bir kısmının insanlık dışı yöntemlerle sistematik olarak katletmeye başladığı gündür. Bu savaşta Hitler faşizmini durdurmak için başta Sovyet halkı olmak üzere insanlık 25 milyon kurban verdi, ABD Japon militaristlerini durdurmak için Hiroşima ve Nagasaki’ye iki atom bombası attı. Bu atom bombalarıyla birlikte dünyanın çehresi değişti. İnsanlık kendini ve dünyayı mahvedecek bir silah yaratmıştı. Savaşa karşı olma, barışı savunma insanlık için ilk görev oldu, barışı savunma insanlık için var olma, yok olma sorunu haline geldi. Senede bir kez de olsa, iki dünya savaşının mezalimini unutmamak için insanların meydanlara çıkıp savaşa karşı geleceği, barışı savunacağı, savaştan kimlerin sorumlu olduğunu haykıracağı bir günün tespit edilmesi isteği yükseldi.    

Çağımızda savaşın sorumlusu emperyalizmdir. Savaş kapitalizmin eşitsiz gelişmesi sonucu kapitalist ülkelerin dünyayı kendi aralarında yeniden paylaşmanın, her emperyalist ülkenin gücüne göre pay alma metodudur. Barış sosyalizmin özüdür, savaş kapitalizmin özüdür. Kendisinin ve dünyanın sonu olacağını bilse de emperyalist savaştan asla vazgeçmezler.

1Ağustos 1914 – 11 Kasım 1918 tarihleri arasına yapılan 1.Dünya Savaşı dünya tarihine ilk emperyalizmin paylaşım savaşı olarak tarihe geçmiştir, milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur.

1 Eylül 1939’da Nazi Almanya’sının Polonya’yı işgal etmesiyle başlayan Avrupa merkezli 2. Dünya Savaşı emperyalizmin ikinci paylaşım savaşıdır. Bu savaş daha büyük bir yıkım ve tahribata mal oldu. 3. bir emperyalist dünya paylaşım savaşını kimse düşünmek bile istemiyor

Emperyalizmin bu iki savaşı arasında ve 2. Dünya savaşı sonrasında emperyalistlerin sebep olduğu sayısız yerel savaşlarda milyonlarca insan öldü.

Emperyalizmin bu “deliliğini” durduracak, onun saldırganlığını gemleyecek tek güç insanlığın, özellikle işçi ve emekçilerin savaşa karşı barış için mücadelesidir. Bunun için en azından senenin bir günü barış günü olmalıydı.

Uluslararası Barış Günü

1981’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulun açılışına denk gelen, Eylül ayının üçüncü Salı gününü, Uluslararası Barış Günü olarak ilan etti. 2001 yılında da, BM 21 Eylül’de şiddete karşı ve ateşkes günü ilan etti. Öte yandan Katolik Kilisesi, yeni yılın ilk gününü ‘Barış Günü’ olarak belirledi. 11 Eylül 2001’den sonra da, bu tarihle, ‘terörle savaşın ve desteğin’ günü olarak belirlendi.

Uluslararası savaş karşıtı hareketin ise küresel olarak savaşa karşı olan güçleri harekete geçiren bir barış günü yoktu. Ancak, 15 Şubat 2003’te, 24 saat boyunca insanlar dünyanın dört bir yanındaki sokaklarda, kuzeyden güneye ve doğudan batıya yürüyerek savaşa karşı en büyük ortak uluslararası protesto eylemini gerçekleştirilmiştir.

1 Eylül 1939, Hitler Almanya’sında Naziler bir provokasyon sahnesi yaratarak Polonya’nın kendilerine saldırdığını iddia ederek Polonya’ya saldırdığı ve Avrupa’da II. Dünya Savaşı’nın başladığı gündür.

Ancak, I. Dünya Savaşı’nın yıldönümü anmalarının aksine 2. Dünya Savaşı, sonuçları, bugünkü savaşlar arasındaki paralelliğe de bakıldığında her zaman 1. Eylül günü savaş karşıtı güçler hariç, AB ve çevresinde sessizlikle geçiştirilmiştir. Kilisenin de kendisine farklı bir ’Barış Günü’ seçmesinin altında yatan neden de Nazilerin milyonlarca insanı katletmesi ve son ana kadar Sovyetler Birliği’nin yok olabileceği umuduyla savaşa müdahil olmaktaki sessizlik, isteksizlik ve Sovyetler Birliği’nin uzunca bir süre yalnız bırakılmasıdır.

Buna rağmen 1 Eylül’ü bir savaş karşıtlığı ve barış günü olarak anma eğilimi işçi ve emekçiler, komünistler arasında çok önceleri ortaya çıktı. Daha 1946 senesinde, 2. Dünya savaşının bitiminden bir sene sonra Almanya’nın Sovyet yönetimi bölgesinde 1 Eylül “Gençliğin Dünya Barış Günü” olarak anıldı. 1950 senesinden sonra da 1 Eylül Demokratik Alman Cumhuriyeti DDR’de “Barış Günü” veya “Dünya Barış Günü” olarak kabul edildi ve her 1 Eylülde Dünya Barışını savunan büyük toplantı ve mitingler yapılmaya başlandı.

Batı Almanya’da ise Alman Sendikalar Birliği DGB’nin girişimiyle „Asla hiç bir zaman savaş!” belgisi altında 1957 senesinden sonra 1 Eylül savaş karşıtlığı gün olarak değişik eylemlerle anılmaya başlandı. Reel sosyalizmin çökmesinden sonra 1 Eylül tüm Almanya’da, hatta dünyanın bir çok ülkesinde savaş karşıtlığı, barış günü olarak anılır oldu. İşçi ve emekçiler, barışsever güçler, devrimciler ve demokratlar 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak anıyorlar ve emperyalist güçlerin savaş hazırlıklarını ve silahlanma yarışını protesto ediyorlar. 

Yeni bir dünya savaşı tehlikesi hızla artıyor

ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki, yani emperyalist sistemle sosyalist sistem arasındaki çatışma, sosyalist ülkelerin emperyalist savaşları durdurma, dünya barışını koruma çabaları yaklaşık 40 yıllık bir sürenin ardından bitince, “Soğuk Savaş’ın sonu” da gelmiş, ABD, NATO ve küresel ittifak sistemleriyle, tek bir emperyalist süper güçle “yeni dünya düzeni” kurulmuştur.

1990’lardan itibaren Balkan savaşlarıyla Yugoslavya’nın dağılması, Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle önce Irak’ta savaş çıkararak, çatışmaların yeni çatışmalara, savaşlar yeni savaşlara açılarak emperyalizm tek başına toprakları kanla sulamaya başladı. 2001’den beri de “terörle savaş” adı altında, sürekli genişleyen ve üç kıtadaki savaşlarla bir dünya savaşının içindeyiz. Afganistan ve Irak Asya’da, Libya ve Güney Sudan Afrika’da, Suriye ve Filistin Ortadoğu’da, Ukrayna Orta Avrupa’da vb. ana aktör olarak ABD ve müttefiklerinin rol aldığı bu savaşlar, yüzbinlerce kişinin dünya haritası üzerindeki kanlı izleriyle doludur. Milyonlarca ölü ve yaralı, kaos, yıkım ve zaman zaman denize kapılan devasa mülteci akımları bu savaşları izlemektedir.

Savaşlar, bombalamalar ve müdahaleler için hala yeni yeni bahaneler icat ediliyor, ABD, NATO ve AB’deki eski ve yeni sömürge güçleri Nazi Almanya’sından daha az kurnaz değiller, harabelere “barış”, “demokrasi” ve “insan hakları” getiriyor diye övgü düzüyorlar, ölülerin kanlarının üzerine ’barış’ yazıyorlar.

Dünya savaşlarının karakteri

1.Dünya Savaşı, ‘klasik’ emperyalist bir savaştı. Kapitalizm, tekel öncesi kapitalizmden tekelci kapitalizme -emperyalizme – kapitalizmin ‘en yüksek’ ve son aşamasına, tekellere ve finansal kapitalin baskın faktör olarak dünyada serbest dolaşımıyla ekonomik hayatta belirleyici olarak gelişti.

Hammaddeler, kaynaklar ve pazarlar için savaşarak ulus ötesi tekeller inşa edilirken, tüm dünya, emperyalist güçlerin birine ya da diğerine ait sömürgeci güçlere ve sömürgelere bölündü. I. Dünya Savaşı, Avrupa emperyalist güçler arasında egemenliğin yeniden dağıtılması, iktidarlarını güçlendirmek için çıkarılan bir paylaşım savaşıydı.

1.Dünya Savaşı acımasızlığı ve yıkımı ile, devrimci durumlara ve ayaklanmalara neden oldu; emperyalizmin bir bütün olarak zayıflaması, çürümüş kapitalizmin temellerini sarsarak, emperyalist sistemden kopan Rusya’da Ekim Devrimi ile sosyalizmin toplumsal bir sistem olarak bir sıçrama, atılım yaptığı anlamına geliyordu. II. Dünya savaşı bu kopuşun bir rövanşı olarak başladı ama Almanya mağlup oldu ve yine Avrupa süper güçleri arasında gerçekleşen emperyalist bir savaştı. Ancak Hitler Almanya’sının 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne en büyük yaptığı saldırıyla bugüne kadar yapılan savaşların karakterini değiştirdi.

Sovyetler Birliği ile Batı güçleri arasında bir ittifakın kurulmasına yol açarak, Nazi Almanyası’nın yenilgisine yol açan emperyalizmin zayıflamasıyla, devasa yeni sosyalist devrimlerin ve devrimlerin doğmasına neden oldu: Doğu Avrupa’da Halk Demokrasileri kuruldu. Ayrıca, bölünmüş bir Almanya’nın ve Avrupa’nın ortaya çıkması Avrupa emperyalist güçlerini zayıflatırken, Amerika Birleşik Devletleri mutlak küresel bir emperyalist güç olarak- “özgür dünyanın tartışmasız lideri ve süper gücü” oldu.

‘Yeni Dünya Düzeni’ ve ‘Teröre Karşı Savaş’: Emperyalizm yeni senaryolarla sürekli saldırıda

‘Soğuk Savaş’ yeni bir dünya savaşına dönüşmedi – emperyalizmin demokratik ve sosyalist kamp üzerindeki baskısı, modern revizyonizmin temelini oluşturmaya yardımcı oldu.  Bu ‘barışçıl karşı-devrim’, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’yı revizyonist ülkelere dönüştürdü ve 89-91 yıllarında, eski sosyalist ülkelere egemen olan, yağmalayan oligarşilere yol açan kapitalist karşı-devrimler izledi. Çin de şimdi sonucunun ne olacağı tam kestirilemeyen, ama şimdilik dizginsiz kapitalizme doğru giden kendi yolunu çizdi.

Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sadece Almanya’da DDR’nin yutulması ve sadece eski Doğu Avrupa ülkelerinin büyük bir kısmının dahil edilmesiyle AB’nin genişlemesi biçiminde değil, yeni emperyalist ittifakların kurulmasına da yol açtı

 “Soğuk Savaş” sırasında NATO kendisini, faaliyet alanı üye ülkelerin topraklarıyla sınırlı olan, Kuzey Atlantik ‘Savunma İttifakı’ olarak tanımladı. Sosyalist sistemin çökmesinden sonra NATO ’işlevini tamamlamış olarak’ dağılmadı, bir dizi Doğu Avrupa ülkesini de katarak genişledi Rusya’yı Batıdan çember içine almış oldu ve şimdi tüm kıtaları içeren genişletilmiş küresel ’projelerle’ savaşa girdi.

ABD’nin 1990’ların başında “Yeni Dünya Düzeni” diye meydan okumasından bu yana hiçbir savaş NATO’suz, doğrudan veya dolaylı olarak başka güçlerle yapılmadı. Bu aynı zamanda İsrail’in NATO üyesi olarak hareket ettiği Ortadoğu, Filistin ve İsrail için de geçerlidir. Böylece, ABD, AB ve NATO ile siyasi, askeri ve ekonomik çekirdek bir ittifak geliştirerek, sosyalist sistemin çöküşünü izleyen dönemde, küresel gündemi belirlemeye çalışan çok önemli bir jeopolitik faktör haline geldi. Dünyanın çeşitli bölgelerinde askeri ittifaklar yapılarak savaşlar organize edildi, bu ülkelerde yaşayan halklara ve tüm rakiplere karşı küresel gözetimlerle, casusluk ağlarıyla tekellerin yararına ekonomik ve ticari anlaşmalar yapıldı, yapılıyor.

Jeopolitik olarak, bu ittifakın amacı, hammaddelere, enerji kaynaklarına, tarım alanlarına erişmek (Doğu Avrupa, Afrika, vb.) ve bütün bu kaynakları tekellerin pazarlarına sunmak, kontrolü sağlamaktır. Eskiden ABD, AB ve Japonya’dan oluşan emperyalist güçlere rakip Rusya, Çin, Hindistan gibi yeni kapitalist-emperyalist güçler ortaya çıkmış ve dünya zenginliklerinin paylaşımından pay almak istemektedirler. Kapitalist emperyalist güçler arasında hem tek tek hem de yeni blok oluşumları şeklinde rekabet artmaktadır. Tüm bu güçler, özellikle de Çin ve Rusya ile ABD ve AB arasındaOrtadoğu, Asya, Avrupa, Afrika, Latin Amerika ve Kuzey Kutbu’ndaki etkilerini korumak ve genişletme mücadelesi kızışmaktadır. Yalnızca yerel ve bölgesel savaşları tetiklemeyen, aynı zamanda dünya savaşını tetikleyebilen emperyalist güçler arasındaki çelişki giderek daha da keskinleşiyor.

NATO ve AB, Rusya’nın etrafını askeri üslerle ve tüm Rusya sınırındaki yeni NATO ülkeleriyle Avrupa’da kuzeyden güneye bir ablukayla kapatmaya çalışıyor. Finlandiya ve İsveç gibi daha önce ‘tarafsız’ olan ülkeler AB üyesi olmuş ve NATO’ya daha yakınlar. Aynı şey Baltık ülkeleri, Polonya için de geçerli. Afganistan’dan Gazze’ye ve Trablus’a kadar Savaş çıkardıkları ülkelere demokrasi vaad eden Amerika Birleşik Devletleri, NATO ve AB demokrasi yerine insan hakları ihlalleri, katliamlar, kaos ve yıkım götürdüler. Eskiden laik olan ülkelerde Libya ve Irak’ta olduğu gibi, mezhepsel İslamcı rejimler iktidara geldiler.  

Özellikle Suriye’de ABD ve Batı’nın koruyucu kanatları altında inşa edilen, gerici, barbar Arap rejimleri ve Türkiye tarafından desteklenen İŞID’in saldırıları ile ABD, NATO ve AB, Irak ve Suriye’de savaş çıkarmak için bir bahane buldular, ülkeye önce fırtınayla estiler sonra da kasırgaya çevirerek, ülkede yaşayan Kürt, Yezidi, Arap halklarını IŞID’e karşı canlı kalkan olarak kullandılar ve savunmada halkları kendilerine muhtaç ettiler.

2001 Terörle Mücadele projesiyle ABD ordusu ve NATO farklı kıtalarda aynı anda birçok sıcak savaşla mücadele planları geliştirdiler.  Şu anda dünyanın üç kıtasında bir dünya savaşı, soygun düzeni sürüyor. Nükleer silahlar hala küresel bir imhanın nedeni olma tehlikesi taşımaktadır. Bu tehlike ABD’nin tek yanlı orta menzilli füzelerle ilgili INF Anlaşmasınıiptal etmesiyle daha da büyümüştür. ABD şimdi Çin ve Rusya’yı Uzak Doğu’dan da nükleer bir füze çemberine almak, kuşatmak için harekete geçmiş bulunmaktadır. Bu yeni bir nükleer silah yarışı demektir ve dünya barışı için büyük bir tehlike taşımaktadır. Emperyalizmin savaş dayatmalarına dayanabilecek, en azından silahları emperyalistlere, kendi ülkesindeki işbirlikçilerine çevirecek tek güç, işçi sınıfı, emekçiler, halklar, kadınlar, gençlerdir.  

NATO’da Türkiye: Neoliberalizm, militarizasyon ve savaşta kararlılık

ABD’nin Ortadoğu’da başlattığı 3. Dünya savaşına Türkiye başında aktif olarak girdi. O bu savaşta ABD’nin yanında 1. Dünya savaşında kaybettiği toprakların bir kısmını geri kazanmayı, güneyde Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmeyi, bu esnada Kürt sorununu ve PKK’yı “kökten halletmeyi”, acele yoldan Kürtleri asimile etmeyi, ehlileştirmeyi ve kendine bağlamayı hesapladı. Özellikle AKP iktidarı ve Erdoğan ABD’nin bu ’’yeni dünya düzenine’’ hızla adapte olmaya çalışarak, mezardan ölü kemikleriyle Osmanlı’yı çıkartarak, ’Allah Allah’ nidalarıyla Suriye’ye dalarak, Kürtlere saldırarak emperyalist emellerini gerçekleştirmeye koyuldu. Şimdi ’bu yeni dünya düzeni’ içinde ABD emperyalizminin Irak’ta, Suriye’de yürüttüğü savaşla Ortadoğu’nun hammadde kaynaklarına, petrole erişiminde, diğer ülkeleri istila etme, halklara yaşamı dar etmelerinde AKP-MHP tam bir üstenci görevi gördüler, ülkeyi bir kez daha bir sıçrama tahtası haline getirdiler. İŞİD’in hamisi oldular. İslamcı çeteleri daha çok Esad’a karşı emperyalizmin çıkarları için değil, kendi Osmanlı hayallerini gerçekleştirmek için Kürtlere, PYD, YPG, PKK’ya karşı savaşta kullanmaya kalktılar, onları Musul, Kerkürk, Erbil, Kobane, Haseke, Afrin ve diğer şehirlerde Kürtlerin üzerine sürdüler. ABD Erdoğan’ın kendi başına Ortadoğu’da iş çevirmesine karşı çıktı. Bunun üzerine Erdoğan Ortadoğu’da Esad’ın yanında yer alan diğer emperyalist güç olan Rusya’yla anlaşma yoluna gitti. Rusya ile anlaşarak Azez’e, El-Bab’a ve Afrin’e girdi, Kürtlerin, YPG/SGD’nin üzerine yürüdü. Ne kadar İŞİD’ci, El-Kaide’ci İslami terörist çetesi varsa hemen hemen hepsini İdlib’de topladı. Onları Esad’a ve ABD’ye karşı koz, Kürtlere, karşı da vurucu güç olarak elinin altında tutmaktadır. Türkiye Ortadoğu’da tam bir batağın içine saplanmış durumda. Şimdilik ABD ile Rusya arasında oynayarak durumu kurtarmaya çalışmaktadır.

Erdoğan’ın ABD ile Rusya arsında oynama, Kürtlere karşı imha politikası Türkiye’de yeni değildir, Cumhuriyetin kuruluşundan beri vardır. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte başta Kürt halkı olmak üzere tüm halklara Türkçülüğü ve Sünniliği dayatarak, inkâr ederek, yok sayarak, her başkaldırıda ezerek yola devam edilmiştir. Daha sonra almayan cezaevleriyle ülkeyi halkların bir hapishanesine çeviren iktidarı devralan Erdoğan, toplumsal bir anlaşma bile olmayan ’Anayasa’yı rafa kaldırarak, ülkeyi hile hurdayla tek adam rejimine çevirmiş, ülkenin kaderi yürüdükçe yerleri titreten, dağları ateşe veren, Kürtlere karşı düşman tutumu körükleyen, ülkeyi Ortadoğu’da kaynayan kazana atmakta hünerli bir başkanlığa dönüştürmüştür. Demokrasi silahı ile; işçi, emekçi, halklar, kadınlar, gençler kendilerini devlete karşı koruyacakları bir araçtan mahrum kalmışlardır

Birinci paylaşım savaşında dağılan Osmanlı İmparatorluğu’ndan genç Sovyet yönetiminin yardımları ve desteğiyle Cumhuriyeti kuran kadrolar ve ardılları, iki sistem savaşında her daim emperyalistlerle flört eden, sosyalist sisteme karşı konumlanmış NATO’ya girmek için askeri Kore’ye göndererek ölü canlar üzerinden pazarlıkla NATO’ya girerek Türkiye’nin geleceğini de karartmışlardır. NATO’ya tam entegrasyonla, ABD’nin ve NATO savaşlarının ve “Çağdaş, Batı değerlerinin savunucuları ” oldular, II. Dünya Savaşı’nda Hitler’i alkışladılar, Nazilere yardım ettiler, savaşın bitmesiyle Almanya’ya savaş ilan ettiler. Tüm bu ittifakları içerde Kürtleri, sol ve demokratik güçleri ezmek için kullanmışlar, ülkenin kapısını da bu ittifaklara tepe tepe kullanması için açmışlardır. Erdoğan da ülkenin kapısını onlara açtı. Ama kapıyı açarken onun hesabı Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürt direnişini kırmak, iktidarını sağlamlaştırmaktı. Ne var ki onun Kürtleri ezme planını ne ABD ne de Rusya kabul etti. Şimdilik bu iki emperyalist güç onu idare etmeye ve bu arada silah satmaya çalışıyorlar. Rusya S-400’leri sattı, şimdi de Su-57’leri satmak istiyor. ABD’de Türkiye silah pazarını Rusya’ya kaptırmak istemiyor, Patriot sistemini ve F-35’leri satmak, Türkiye’nin Rusya ile silah ticaretini baltalamak istiyor, NATO’yu öne sürüyor. Silahları aldığı ve ülkeyi kullandırttığı sürece ABD ve Rusya Erdoğan’ın Suriye’de kalmasına göz yummaktadırlar. Rusya onun İdlib’de kalmasına, ABD’de Fırat’ın doğusunda, Rojova’da ortak bir güvenli bölge oluşturulmasına tahammül etmektedir. Ama şimdilik! Yarın her şey başka olabilir. Bu durumda köşeye iyice sıkışmış olan Erdoğan bu kez kendi çıkarları uğruna iktidarda kalmak için İdlib’de Esad’la karşı karşıya gelebilir, Menbiç’de olduğu gibi ABD bizi oyalıyor diye Fırat’ın doğusuna Rojova’ya girme deliliğinde bulunabilir. Bir anda Türkiye kendisini Idlib’de Esad’la, Rojova’da Kürtlerle savaş içinde bulabilir, Ortadoğu savaş batağının içine sürüklenebilir. Bu savaş Türkiye için istemediği, korktuğu paramparça olması, Erdoğan’ın iktidarı için binlerce insanın ölmesi demek olacaktır.     

Bu yüzden işçi sınıfı, emekçiler, halklar, kadınlar, gençler 1 Eylül Dünya Barış Gününde kapsamlı bir savaş karşıtı hareketle sokaklara, meydanlara çıkmalı, dünyada ve Ortadoğu’da barışı istemeli, Erdoğan’ın Rojova için savaş ve işgal girişimlerine karşı çıkmalıdır. Pençe ve Kıran Operasyonlarının durdurulmasını istemelidir. Kürtlere karşı yürütülen savaşın ülkeye enflasyon, halka yokluk olarak geri döndüğü gösterilmelidir.

Erdoğan’ın savaş ekonomisine, ülkenin yağmalanmasına, emperyalistlere peşkeş çekilmesine, AKP ve yandaşlarının yemlenmesine, Kürtlere ve diğer halklara yapılan zulme dur denmelidir. Tüm mücadeleleri boyunca barış ve halkların kardeşliği için savaşan başta Apo ve Demirtaş olmak üzere bütün politik tutukluların serbest bırakılmasını talep etmelidir.

Tüm halkların barış içinde eşit ve özgür yaşamını sağlayacak yeni bir Anayasa‘yla yeni bir Türkiye’nin yaratılması, yaşanabilir bir gelecek kurulması acil bir görev olarak önümüze konmalıdır.

Emperyalist bloklardan birine ya da diğerine yaslanarak savaşın önlenmesi, barışın sağlanması, ekonominin düzelmesi, ilerici ve bağımsız politikaların gerçekleştirilmesi, ülkenin yağmalanmasının önlenmesi mümkün değildir. Türkiye, çok uluslu şirketler için bir laboratuvar, ucuz emek cenneti, bir kölelik ülkesidir.

Ortadoğu’da emperyalizmin savaş oyunlarını bozacak, bölge halkını barış ve huzura kavuşturacak olan Türkiye’nin başta PKK ve PYD olmak üzere Kürtlerle hemen müzakere ve barış masasına oturması, halkların eşitlik, özgürlük ve özerkliği temelinde demokratik bir Ortadoğu’yu yaratması için bir adım atmasına bağlıdır. Türkiye’ye bu adımı attırmak Türk, Kürt ve tüm Türkiye halklarının, işçi ve emekçilerinin, kadın ve gençlerin, aydın ve sanatçıların elindedir. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde geniş bir barış cephesi oluşturmak için hep birlikte meydanlara çıkalım. Yurtta barış Kürtlerle anlaşarak, Ortadoğu’da ve dünyada emperyalizme karşı enternasyonal dayanışma ve işçilerin ve halkların birliği ile sağlanır.

Bir yanıt yazın