Umut ve endişelerle dolu yeni bir yıl 2025
Altay PAMİR
2024 yılı biterken ülkemizde, bölgemizde ve dünyamızda yaşananlar, 2025 yılına yeşeren umutlar, bu umutları boğabilecek gelişmelerin yaratabileceği belirsizlikler ve kararsızlıklar, olayların içerdiği çelişkiler ve endişelerle girildi. Bu endişeleri büyüten en önemli neden de yığınlarda görülen atalet ve onları harekete geçirecek olan devrimci ve demokratik güçlerdeki atıl durumdur. Reel sosyalizmin yenilgisiyle yığınlar, işçi sınıfı ve emekçiler, devrimci ve demokratik güçler üzerlerine serpilen ölü toprağını maalesef silkeleyip atmış değiller. Doğup yeşeren ama gelişmeden ölen umutların sorumlusu bu sübjektif unsurlardır.
Diğerlerinden farkı olmayan bir 2024 yılı
2024 yılının ilk ayları kendinden önceki yıllar gibi çok kötü geçiyordu. Onlardan bir farkı yok gibiydi. Her tarafta savaş, yıkım ve katliamlar sürüyordu. Gazze, Ukrayna, Kürdistan… Bu savaşlar Avrupa’yı, dünyayı da dolaysız etkiliyordu. Her tarafta göç, iltica, mültecilik büyük sorunlar yaratıyordu. En gelişmiş kapitalist ülkelerde bile halk pahalılıktan, fakirlikten yakınıyordu. Bu böyle gitmez diyordu. Ama yeşeren bir umut da yoktu.
Gazze’de savaş devam etti ve yayılmaya başladı
2024 yılında İsrail’in Gazze’den sonra Lübnan’a saldırısı Gazze savaşının tüm Ortadoğu’ya yayılabileceği endişesini uyardı. Gazze’de İsrail taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmıyordu. Jenoside uğramış bir halk şimdi Filistin halkına jenosid uyguluyordu. İsrail durmak bilmiyordu. ABD ve diğer Batı ülkelerinden aldığı güçle, kullandığı yüksek teknolojiyle savaşı Türkiye’yi ve İran’ı da içine alacak şekilde başka boyutlara taşıyordu. İsrail’e dur diyecek biri maalesef yoktu. Filistin halkı insanlık dışı bir barbarlıkla karşı karşıya idi. Ateşkes ve barış görüşmeleri sonuç vermiyordu. İsrail, Filistin halkı dize gelinceye kadar savaşa devam diyordu. Filistin halkı ise böyle bir onursuzluğu ve aşağılanmayı kabul etmiyordu. Kimse İsrail’e “sen Filistinlilerle beraber, onların da varlığını ve haklarını, iki devletli bir Filistini kabul ederek barış sağlamak ve yaşamak zorundasın” diyemiyordu. Yıkım ve katliam devam ediyordu ve hâlâ ediyor.
Ukrayna’da devam eden savaş ve engellenen barış
Ukrayna’da savaş sürüyordu. Ruslar ve Ukraynalılar mevzi savaşları veriyordu. Avrupa’da aydınlanma aklı durmuştu. Savaşın anlamsızlığı görülmesine rağmen özellikle Batı savaşın, Rusların bir yenilgi alıncaya kadar devam etmesini istiyordu. Bu ise Rusya’nın gücü karşısında imkansızdı. Savaş karşılıklı birbirini yıpratmaya dönüşmüştü. Batı, Ukrayna’yı yeni silahlarla destekliyor ve Rusya içlerine kadar ulaşan füzelerle donatmak istiyordu ve hâlâ istiyor. Bu ise Avrupa’da yeni bir dünya savaşının çıkması anlamına geliyordu. Ukrayna’nın NATO’ya alınmayıp tarafsız kalmasını isteyen ve bu nedenle savaşı çıkartan Ruslar ise bir barış dayatacak gücü gösteremiyordu. Bu mevzi savaşı hem Rusları hem Almanları hem Amerikalıları fiilen bitirdi, ekonomik, askeri, sosyal olarak güçsüz bıraktı. Avrupa’da artan pahalılık, düşen refah bu savaşın sonucuydu. Savaşın bitmesi gerekiyordu ama bitirilmiyordu. Avrupalılar Ruslara bir ders verilsin istiyordu. ABD seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı olan Trump seçildiği durumda ABD’yi Ukrayna savaşından “çekeceğini” söylemesi otoriter, gerici olan ve seçimleri kazanmaması istenen Trump “acaba yapar mı?” diye yığınlarda yer yer umutlar uyandırabiliyordu. Oysa emperyalizm savaşmadan duramaz. Trump’ın savaşı sonlandıracağı filan da yoktur. Trump Avrupalılara “bu savaşı siz yürüteceksiniz, masraflarını siz çekeceksiniz, ben Çin’le uğraşacağım” diyor. Savaşlar ise yığınlar karşı çıkmadan durmaz!
Bir asırlık Türk-Kürt savaşı ve Kürt sorununun inkârı
Türkiye ise 2024’de de Rojava, Bakur ve Başur’da Kürtlere karşı hemen hemen yarım asırdır sürdürdüğü savaşı tüm hızıyla sürdürdü. Bu savaş ülkenin kaynaklarını büyük ölçüde yedi bitirdi. Toplumda kutuplaşma ve çürümeyi hızlandırdı. Demokrasi ve özgürlüklerin sınırlanmasını getirdi, Erdoğan’ın İslami-faşizan, otoriter tek adam rejiminin yaşamını sürdürmesini sağladı. Bugün halklarımızın altında ezildiği hiper enflasyon, pahalılık, yoksulluk ve sefaletin nedenlerinden en önemlisi Kürtlere karşı yürütülen bu savaştır. Ne devlet ne hükümet bu savaşı sonlandırmak, Kürtlerle bir anlaşmaya varmak istemiyorlar. Onlar Kürtlerle anlaşmayı ülkenin bölünmesi olarak görüyor ve yayıyorlar, Kürt sorunu yoktur diye dayatıyorlar, Kürtlerin inkâr, imha ve asimilasyonunda direniyorlar. Oysa Türkiye’nin de kabul ettiği uluslarası anlaşmalarda her halkın kendi kaderini özgürce belirleme hakkının olduğu, inkâr, imha ve asimilasyona tabii tutulamayacağı yazılıdır. Kürtler bu hakkın eşitlik ve bir statü temelinde Türklerle birlikte yaşama yönünde olduğunu çoktan ilan etti. Türk tarafı ise eşitlik ve statü yok, üniter devletten şaşmayız diyor. Oysa Türkiye’nin çok halklı, çok dilli, çok kültürlü, çok dinli ve mezhepli bir ülke olduğu kabul edilse ve ona göre demokratik bir yapı oluşturulsa Türkiye birlik ve bütünlüğünü üniter yapıdan çok daha iyi sağlayacak, bölgede ve dünyada çok güçlü konumlara gelecektir. Savaş ise halklarımız arasındaki bu birlik ve bütünlüğü zehirlemekte, Türkiye’yi çok zayıf konumlara düşürmektedir.
Diğerlerinden farkı olan bir 2024 yılı
2024 yılının son 3 ayında Türkiye’de, dünyada ve bölgede beklenmedik öemli gelişmeler oldu. Bu gelişmeler umutları yeşerten, ama ve acabaları, belirsizlikleri çoğaltan gelişmelerdi. Bunlar; Türkiye’de MHP’nin Kürt sorunundaki çıkışları, dünyada ABD seçimlerini Trump’ın kazanması ve bölgede, Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasıydı. Bu “beklenmedik” gelişmeler dünyanın bazı şeylere gebe olduğunu gösteriyordu. Ama doğumlar gerçekleşecek miydi? İnsanlar bu umut ve beklentilerle yeni yıla doğru ilerliyordu.
Kürt sorununda MHP’nin “şaşırtan” çıkışı
1 Ekim 2024’de Meclis’te yeni yasama döneminin Erdoğan tarafından bir konuşmayla açılışından sonra MHP Başkanı Bahçeli DEM Parti sıralarına giderek onlarla tokalaşması ve daha sonra Öcalan’ın “silahlı savaşa son vermesi ve örgütü dağıtması” koşuluyla gelip Meclis’te konuşabileceği, “umut hakkı”ndan yararlanabileceğini söylemesi herkesi biraz şaşırttı. Düne kadar PKK’ya, Öcalan’a hakaretler yağdıran Türk milliyetçiliğinin partisi MHP’den nasıl böyle bir öneri gelebilirdi. Devlet aklı değişmiş miydi?
Önce şunu belirtmek gerekir: Bahçeli’nin çıkışı Kürt halkının önderinin ve görüşmelerde tek muhatabın, sorunun çözümünde söz sahibi olanın Öcalan olduğunun devlet tarafından bir kez daha kabul edilmesiydi. Diğeri Öcalan’ın artık tecritte tutulamayacağı, Ortadoğu’daki gelişmelere Öcalan’ın aktif katılabilmesi için özgür koşulların yaratılmasıydı. Dönem Öcalan’a yalan-dolan iftira atma, küfür ve hakaretler savurma dönemi değil, Öcalan’la ve dolayısıyla Kürtlerle ülkede ve Ortadoğu’daki sorunların üstesinden gelinebilecek bir iş birliğine gidilmesiydi. Kamuoyunda bunun kabul görmesi, büyük tepkilere yol açmaamsı ise MHP’nin burada öne çıkmasıydı. Bahçelinin yaptıkları kendi fevri hareketleri değil, Erdoğan ve derin devletle görüşülmüş bir adımdı.
Bahçeli’nin “silahları bıraksınlar, örgütü dağıtsınlar” gibi sözleri ise hem kendi tabanına hem de kamuoyuna yönelik mesajlar ve bir nevi psikolojik savaştı. Öcalan bunu yaparsa serbest kalabilir demeye getiriyordu. Bu ise gerçeğin çarpıtılmasıydı. Daha 2013’deki ilk süreçte Öcalan silahlı savaş döneminin sona erdiğini ilan etti ve gerillayı Türkiye’den çıkardı, hatta savaşı yönetecek bir örgütün gereksizliğini de ortaya koydu. Zira Kürtlerin savaşı, mücadelesi Kürtlerin özgürlüğü, ulusal ve demokratik haklarının elde edilmesi için verilen bir savaştır. Bu savaşın nedeni de Türk devletinin Kürtlere uyguladığı baskı, inkâr, imha ve asimilasyon politikasıdır. Bu zulüm kalktığında, eşitlikleri, statüleri ve demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşamaları kabul edildiğinde Kürtlerin ne isyana ne silaha, ne bir savaş örgütüne ihtiyacı kalacaktır. Bunlar amaç değil araçtır. Amaç; Kürtlerin bulundukları ülkelerde Türklerle ve diğer halklarla eşit, özgür, özerk, barış ve demokrasi içinde kardeşçe birlikte yaşamaktır. Öcalan bu yönde adım atmaya hazır olduğunu her zaman açıklamıştır.
Devlet aklı tüm bunları düşünebilir mi?
Başta Bahçeli’nin çıkışları olmak üzere son yaşananlar karşısında ortaya atılan sorun devlet aklının tüm bunları gerçekten enine boyuna düşünüp düşünemeyeceğidir. Sonradan, özellikle Suriye’de gelişen olaylar gösterdi ki, devletin Suriye’de olabilecek bir değişiklikten, emperyalizmin planlarından haberi vardı ve onun bir parçasıydı. Hem İsrail’in Lübnan’a saldırısı ve Suriye’ye doğru ilerleme planları, Suriye’de olacak bir değişimle ortaya çıkacak koşullara karşı Türkiye’nin güçlü çıkışının Kürtlerle oluşturulacak bir birlik olduğu gerçeği tüm çıplaklığı ile kendini ortaya koymuştur. Bunu görmemek için kör olmak gerekir. Devletin belli kurumlarının bu yeni stratejiyi geliştirmiş olduğu açıktır.
Erdoğan’ın yeni yasama dönemini açış konuşmasında Ortadoğu’da İsrail saldırılarıyla birlikte Türkiye’ye gelmekte olan tehlikeye karşı içte bir “cephe” oluşturulması zorunluluğunu vurgulaması, ardından Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gitmesi bir tesadüf değildir, hepsi önceden hesaplanmış, kararlaştırılmış adımlardı. Zira Türkiye’de dış “tehditlere” karşı kurulacak bir “cephe” ancak Kürtlerle kurulabilecek olan bir cephedir. Kürtlerle sorununu çözmüş, onlarla barış ve demokrasi içinde yaşayan bir Türkiye bölgenin en güçlü ülkesi olmaya aday bir ülkedir. Bir an evvel Kürtlerle barışmak, savaşı bitirmek, bunun için Öcalan’la hemen görüşmek aklın yolu olmuştur. Diğer yandan yarım asra varan savaş göstermiştir ki, Kürt halkını dize getirmek imkansızdır. Özgürlüğü için savaşan, her türlü fedakarlığı yapan bir halk yenilemez. Kürt halkı yalnız son 40 yılda değil, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri verdiği mücadelelerle bunu ispatlamıştır. Onunla barışmak en doğru yoldur. Bu Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında bir zorunluk da oluşturmuştur.
Kürtlerle barışmak yalnız dış politikanın bir dayatması değildir. İç politikanın da bir dayatmasıdır. Türkiye ekonomisinin krizlerden kurtulamamasının en önemli nedeni Kürtlere karşı yürütülen savaştır, askeri harcamalardır. 40 yıldan fazla bir zamandır süren savaşın halka maliyetinin 3 trilyon doları aştığını bilim insanları söylemektedir. Bu kayıp olan bir kaynaktır, buna biçbir ekonomi dayanmaz. Bu yük halkın sırtına bindirilmektedir. Bu yükün altında halk yığınları ezilmektedir. Bunun sonucu; enflasyondur, pahalılıktır, zamlardır, yeni vergilerdir. Halk için yokluk ve sefalettir. Son yıllarda özellikle seçimlerde Erdoğan’ın iktidarını zorlayan ekonomik krizler olmuştur. Pahalılıktan ezilen halkın tepkileri olmuştur. Ülke ekonomisini düzeltmenin, halkın tepkisini, “gazını” almanın, Erdoğan için iktidarda kalmanın “tek” çaresi Kürtlerle savaşı bitirip halk yığınlarını rahatlatmaktır.
Kürtlerle ve Öcalan’la anlaşmada Erdoğan’ın başkanlığı ikincildir
Türkiye kamuoyunda Erdoğan’ın Bahçeli aracılığı ile Kürtlere “yanaşmasını”, Öcalan ile görüşmesini, başkanlık sistemini ve bir dönem daha başkan seçilmesini garanti altına almak için Kürtlere karşı çevirdiği yeni bir manavra olarak yorumlayanlar da vardır. Hatta bunun ABD emperyalizminin bir planı olduğunu söyleyenler de az değildir. Mecliste anayasa değişikliği için DEM Parti’nin katkısıyla 360’ın bulunacağını söyleyenlerden, Kürtlerin tümden Erdoğan’ı destekleyeceklerini söyleyenlere kadar geniş bir yelpaze bulunmaktadır. Ama bunlar bugünün koşullarında ikincildir.
Şüphesiz Erdoğan böyle planlar yapabilir. Kürtlerden onu destekleyenler de olabilir. Ama Erdoğan bir dönem daha başkan seçilmek istiyorsa bunu 2027’de yapacağı bir etken seçimle Kürtlere muhtaç olmadan da yapabilir. Kaldı ki, Erdoğan’ın iktidarda kalmasını Türk aydınının Kürtlerin üstüne yıkmaya kalkması kendi acizliğini göstermektedir. Yıllardan beri Kürtlerle savaşan bir Erdoğan’ı yenememesinin nedenini biraz da kendinde araması gerekir. Ne zaman Türk aydınları Erdoğanı devirmek istedi de Kürtler desteklemedi?
İçinde bulunulan bu aşamada birincil olan Ortadoğu’daki gelişmelerdir. Ortadoğu, ABD emperyalizmi tarafından İsrail öncülüğünde yeniden dizayn edilmektedir. Bu dizaynda Türkiye ikinci, üçüncü konumdadır. Türkiye’nin burada elinin güçlü olması için Kürtlerle bir birlik oluşturması gerekmektedir. Bunun için Öcalan’la, PKK’yla, YPG’Yle görüşmek, Kürtlerle barışmak önem kazanmaktadır. Bu Kürt sorununun da demokratik bir çözümünü dayatacaktır. Kürt sorununun çözümünde atılacak her adım ise Türkiye’nin demokratikleşmesine ve özgürleşmesine giden yol olacaktır. Erdoğan’ın iktidarını belirleyecek olan da aslında bu gelişmelerdir. Savaşın sonlandırıldığı, Kürtlerin, Türklerin ve tüm Ortadoğu halklarını özgürleştiği, demokrasinin geliştiği bir ortamda otoriter, ceberrut bir Erdoğan iktidarına da yer olmayacaktır, en azında iktidarda kalamayacak duruma gelecektir. Ama Erdoğan bu yolu denemek zorunda. O da Ortadoğu’da Kürtlerle anlaşmış bir aktör olarak iktidar hesapları yapacaktır. Şu bilinmeli ki, özgürleşen Kürt ve Türk halkları başında otoriter diktatörleri görmek istemez. Erdoğan’a karşı yeni, daha güçlü bir cephe doğabilecektir. Bu nedenle vakit geçirmeden İmralı’da aralanan kapının ardına kadar açılması savunulmalı, yeni bir sürecin başlaması için Erdoğan’a baskı yapılmalıdır. Bunun için elimizi böğrümüze koyup ortadaki aktörlerin ne dediğine bakılmamalıdır. Hemen Türk ve Kürt yığınlarına gidilmeli, Türk yığınlarına Kürt sorunun çözümünün önemi anlatılmalı, Kürtlerin ve Türklerin bir araya geleceği platformlar oluşturulmalı, iki halkın ve diğer Türkiye halklarının kardeşliği sağlanmalıdır. Anlaşan ve birbiriyle kenetlenen halkın deviremiyeceği hiçbir güç yoktur. Bu birlik bölgede emperyalizmin de oyunlarını bozacak olan güçtür.
Trump’ın zaferi 2024’de istenmeyen, ama yaşanan bir gelişme
2024 yılının Kasım ayı başında ABD’de yapılan seçimler süpriz olmadı. Demokrat Partinin hataları ve başta Elon Musk olmak üzere borsa milyarderlerinin ve en gerici güçlerin desteğini alan Trump’ın seçimi kazanacağı önceden belliydi. Trump kurallara, kurumlara ve burjuva demokrasisine karşı olduğunu ilk başkanlık döneminde gösterdi. Şimdi 20 Ocak’ta daha güçlü olarak yeni bir döneme başlayacak. Kafası bir tüccar gibi işlediğinden devleti de bir ticaret şirketi gibi “keyfi” olarak yöneteceğinden herkes emin. Onun için önemli olan derin çıkar ve durum analizleri değil, bir tüccar gibi her işte çıkar ve zarara bakan bir bir anlayışla olaylara yanaşacağı tahmin edilmektedir. Bunu da ilk başta Ukrayna ve Ortadoğu’da uygulayacağı sanılmaktadır. Çin’e karşı ise Trump’ın tutumu bellidir. Çin dünyada ABD hegemonyasına meydan okumaktadır, gerekirse bir savaşla engellenmelidir.
Ukrayna savaşı ve Rus-Çin ittifakı
Trump’a göre Ukrayna savaşı ABD’ye bir getirisi olmayan, tersine yük olan bir savaştır. Onun için seçim kampanyası sırasında ABD’yi bu savaştan çekeceğini, isterlerse Avrupalıların bu savaşa devam edebileceğıni açıkladı. Avrupalılar şimdi ABD’nin boşalttığı yeri doldurmaya çalışıyorlar, ama bunu uzun vadeli başaramayacaklarını da dile getiriyorlar. Bazıları başkanlık görevini üslendikten sonra devlet içinde bazı kurumların, özellikle Pentagon’un bu savaşta ABD’nin çıkarı olduğunu, bu savaşın bir olası Çin-Rus ittifakın engelleyen yönler taşıdığını, Çin’le kapışacak bir ABD’nin buna ihtiyacı olduğuna ikna edeceklerini ve ABD angajmanının devam edebileceğini söylemektedirler. Bunlar ortadaki belirsizliklerdir. Trump başkanlık görevini üstlenmeden bir şey söylemek şimdilik zordur.
Rojava ve Kürtlerin durumu
Aynı şey Ortadoğu için de geçerlidir. Rojava’nın, Kürtlerin durumu ne olacak, Kürtlere ABD’nin desteği devam edecek mi? gibi sorular ortada beklemektedir. İlk başkanlık döneminde Trump Suriye’den askerlerini çekmeye ve Rojava ve Doğu Suriye’de İşid’le savaşı Erdoğan’a havale etmeye kalktığında Pentagon bunun olmayacağına Trump’ı zorla ikna ettiği bilinen bir gerçektir. Erdoğan’ın ve bazı Türklerin Trump’ın yeniden başkan olmasına sevinmeleri çok erkendir. Bir ABD başkanının Pentagon’a rağmen bir şeyler yapması imkânsız gibidir. Burada da Trump’ın ne yapacağını bekleyip görmek gerekmektedir. Ama Ortadoğu’da Trump için bir konu açıktır. İsrail’in desteklenmesi ve onun Ortadoğu’da ABD’nin en güçlü temsilcisi haline getirilmesidir. Ortadoğu’da ABD’nin ilk tercihi Türkiye değil İsrail’dir, Erdoğan değil Netanyahu’dur.
Çin’le bir çatışma engellenmelidir
Tüm bu tahminlere rağmen Trump konusunda dünya kamuoyunun uyanık olması gerekmektedir. Trump’ın Çin’le bir çatışmaya kalkması ve Pentagon’u buna ikna etmesi dünya için bir felakettir, sonuçları insanlık için kestirilemeyecek bir dünya savaşıdır. Şimdi önde duran görev Trump’ın bu maceralarına karşı çıkmak, dünya barışını korumak ve savunmak olmalıdır.
Suriye’deki gelişmeler ve Türkiye’nin irrasyonalliği
2024 senesinin son günlerinde Suriye’de yaşananlar tüm dünya için beklenmedik bir gelişme, bir süpriz oldu. Ulusal ve uluslararası kurumlar tarafından terörist ilan edilen bir örgüt HTŞ (Heyet Tahrir eş-Şam) ve onun lideri terörist olarak aranan Golani (el-Şara) denen kişi sayısı bir kaç yüzü bulan “ordusuyla” 27 Kasım 2024’de İdlib’den çıkıp “tek kurşun atmadan” Halep’i alması, ardından Hama ve Humus’a girmesi ve 8 Aralık’ta Şam’ı alması, Esad’ın Suriye’yi terk ederek Moskova’ya sığınması, Esad’ın başbakanının Golani ve onun tayin ettiği başbakana devlet kurum ve kuruluşlarını devretmesi tüm dünyada “Suriye’de ne oluyor?” sorusunun yükselmesine neden oldu. Nasıl olurda bir terör örgütü dünyanın gözü önünde Afganistan’dan sonra Suriye’de de iktidara el koyabiliyordu. Afganistan’da en azından Katar’da günlerce ABD ile Taliban arasında görüşmeler olmuş ve Afganistan’ın Taliban’a teslim edileceği açıklanmıştı. Suriye’de böyle bir durum da yaşanmadı. O zaman kim HTŞ’ye “Yürü ya kulum” dedi?
HTŞ plan ve operasyonu
Herkes bunun başta ABD ve Rusya olmak üzere büyük devletler arasında bir anlaşma olduğu kanısına vardı. Bunun bir günde değil uzun zamandan beri hazırlanan bir bir plan, bir operasyon olduğu anlaşıldı. İsrail’in Gazze ve Lübnan’daki vurdumduymaz saldırıları, Ukrayna savaşında Rusya’nın düşürüldüğü “çaresizlik” ve Rusya’nın Esad’ı savunacak gücünün bitirilmesi, İran’ın bölgede hızla yayılmasına bir son verme arayışları bu plan ve operasyonun birer parçaları olabilir. Planı hazırlayan şüphesiz ABD, NATO ve İsrail’dir. Planı kabul etmek zorunda kalan Rusya’dır. Plan’a kıyısından köşesinden, uygulama safhasında dahil edilen ülke Türkiye’dir. Zira Türkiye 2011 yılından beri Suriye’deki el-Kaideci, Talabanici, el-Nusracı, İŞİD’ci tüm grupları ABD’nin direktifi ile toplayan ve Esad’ın üstüne süren, onlara en zor anlarında kol-kanat geren ülkedir. Zaman içinde Türkiye bu güçleri Rojava’da Kürtler üstüne sürmeye kalksa da ve bu nedenle ABD ile arası açılsa da ABD kontrolünde hep bu güçlerin hamisi olmuştur. Büyük bir ihtimalle HTŞ Halep ve Şam’a doğru yola çıkarken onu bilfiil yönlendiren Türkiye, Erdoğan iktidarı olmuştur.
Şu an Şam’da bir İslami cihat örgütü iktidardadır. İsrail Golan tepelerini aşıp Şam’a 20 km yaklaşmıştır. Demoklesin kılıcı gibi el-Şara’nın tepesinde sallanmakta ve ona hata yapması durumunda başına neler gelebileceğini anlatmaktadır. El-Şara ise Batıya azınlıklar: Kürtler, Durziler ve diğer halklar, dinsel gruplar: Aleviler ve Hristiyanlar ve diğer din ve mezheplerle, kadın haklarıyla, eğitimle, hatta bir anayasa ile ilgili olarak olumlu mesajlar vermeye, azınlık ve dinsel gruplarla görüşmeler yapmaya çalışmaktadır. Şu an tüm bunların nasıl gelişeceği daha kesin değildir. Kürtler ve diğer halklar, dinsel gruplar anayasal özerklik istemekte, tüm halk ve grupların onaylayacağı devlet oluşmadan askeri güçlerini dağıtmayacaklarını belirtmekteler. Tüm bunların nasıl gelişeceği biraz da yeni ABD Başkanı Trump’un politikasına göre şekillenecektir. Özellikle Rojava ve Kürtlerin durumunun ne olacağı, Türkiye’nin ne yapacağı Trump gelmeden belirlenmeyeceği anlaşılıyor.
Bu İslamcıların sözlerine ne kadar güvenileceği ise ayrı bir konu. Bunlar da Erdoğan’ın yaptığı gibi iktidarlarını sağlamlaştırıncaya kadar her şeye evet derler, takiye yaparlar, sonrada dirsek gösterebilirler. Daha şimdiden bazı uygulamalar bunun ipuçlarını vermektedir. Geçiş sürecini 4 aydan 4 yıla çıkardılar. Bu sürede onları çok iyi izlemek gerekmektedir. ABD ve Batının, demokrasi güçlerinin çok uyanık olması gerekiyor.
Mütevazi olamayan bir Türkiye yönetimi
Şimdiye kadar Suriye’deki gelişmelerin içinde Erdoğan iktidarının olduğu ve belli bir yere kadar aktif rol aldığı ve almakta olduğu görülmektedir. Bu, yıllardan beri devrimci ve demokratik güçlerin Erdoğan rejiminin Suriye’deki İŞİD’den El-Kaideye, El-Nusra’ya, HTŞ’ye kadar İslami cihatçı gruplarla içiçe olduğu söyleminin bir ispatı gididir. Zaten HTŞ ve Golani’nin İŞİD’den, El-Kaide’den, El-Nusra’dan gelme bir örgüt ve kişi olduğu ortadadır. Ümit edilir ki Suriye’deki rejim İran ve Afganistan’da olduğu gibi bir bir şeriat devletine evrilmesin.
HTŞ’nin Halep ve Şam’ı aldıktan sonra Türkiye’de İslami çevrelerde bir bayram havasının estirilmesi düşünülmesi gereken bir diğer konudur. Erdoğan iktidarı daha şimdiden Türkiye kamuoyuna ve özellikle de kendi kitlesine, Suriye’yi Türkiye’nin bir arka bahçesi gibi göstermeye, Yeni Osmancılığın dirilmekte olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadır. Yine dışta ve içte basına yapılan açıklamalarda HTŞ’yi ve Golani’yi yıllardır Türkiye’nin koruduğu ve beslediği, Türkiye ile birlikte çalışan, muhbir olan biri gibi göstermek, böbürlenmek en kısa zamanda geri tepebilecek çok yanlış bir davranıştır. Erdoğan şimdi kendisini HTŞ’nin hamisi gibi gösterek, “Suriye’de bizim borumuz öter” gibi dünyaya mesajlar vermeye çalışmaktadır, ama HTŞ ile başta ABD ve AB, İsrail, Suudi Arabistan, Rusya olmak üzere birçok ülke çoktan ilişki kurmaya ve HTŞ’yi etkilemeye başlamışlardır ki, artık HTŞ ve Golani başka kulvarlarda dolaşmaktadır. Şüphesiz uzun süre Türkiye’nin Suriye’de bir etkisi olacaktır ama gerek Kemalisti gerek İslamisti, Türkiye’deki egemen çevreler şunu kafalarına kazımalıdır ki, Balkanlar’dan Mekke’ye kadar tüm halklar için Osmanlı bir zulüm ve esaret rejimidir ve Osmanlının eskisi yenisi bu ülkelerde tepkiyle karşılanır, özellikle de Araplar arasında. Bir halkın hamisi durumuna geçmek o halk için bir aşağılamadır, bir hakarettir. Yalnız Suriye değil tüm komşularla ve halklarla eşitlik, özgürlük, demokrasi, içişlerine karışmama ve karşılıklı saygı temelinde ilişkiler kurmak, mütevazi olmak şarttır. Erdoğan rejimi bu mütevazilikten çok uzaktır. O hâlâ Osmanlılık peşindedir, bu tutumuyla da ülkeye zarar vermektedir. Erdoğan’ın politikası Ortadoğu’daki bu gelişmeler karşısında geri tepebilir ve Erdoğan’ın konumu zayıflayabilir ve onun gitmesi bir an meselesi olabilir. Devrimci ve demokrasi güçlerinin tüm bu gelişmelere hazırlıklı olması ve bunun için yığınlarla şimdiden bağlarını güçlendirmesi gerekmektedir. 2025 ancak bu çalışmalarla bir umut yılı olabilir. Ortadoğu birçok gelişmelere gebedir. Türkiye bu gelişmelerin ortasındadır.