Likidasyon Sonrası: Ürün ve Politika / 2. Sahte Türkiye Komünist Partisi – SİP
„Türkiye Komünist Partisi, çağımızın devrimci teorisi bilimsel sosyalizmi kendisine kılavuz edinmiş uluslararası işçi sınıfının Marksist-Leninist bir partisidir. İşçi sınıfının öncülüğünde savaş vererek proletarya diktatörlüğüyle sosyalist bir toplumun inşasına ve nihai hedef olarak sınıfsız komünist bir topluma ulaşmayı amaçlamaktadır. Proleter devrim işçi sınıfının eseridir, ancak tüm tarihsel deneyler göstermiştir ki, Marksist-Leninist bir komünist partisi olmadan, işçi sınıfı sosyalizme, komünizme ilerleyemez.“
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla dünya işçi ve komünist hareketi 30 yıldan beri karşı devrimle aldığı büyük yenilginin etkisi altındadır. Revizyonizme, oportünizme, her türlü küçük burjuva ideolojisine karşı ardıcıl bir savaş veren Lenin ve Stalin’in aksine Kruşçev ile başlayan orta yolcu Brejnev ile devam eden, Gorbaçov ile artarak Marksist-Leninist ilkelerden sapıldı, politik olarak sosyal demokrasiye gidildi, partiye reformist ve revizyonist ilkeler egemen oldu. Bolşevik Partisi’nin küçük burjuva oportünistlerinin, revizyonistlerinin eline geçmesiyle başlayan süreç 90’lı yıllarda önce DDR, sonra Sovyetler Birliği ve diğer Avrupa sosyalist ülkelerinin çöküşü ve kapitalizme kapılarını açmasıyla ihanet ve karşı devrimle sonuçlandı, dünya komünist ve işçi hareketine büyük darbe vuruldu. Dünyada güçler dengesi değişti, neredeyse dünyanın her tarafına kapitalizm, emperyalizm egemen oldu. Sosyalist dünyanın çöküşü, kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte hem kapitalist ülkelerdeki hem eski sosyalist ülkelerdeki işçi sınıfı ve komünist partileri, ulusal kurtuluş hareketleri için ağır sonuçlar doğurdu. Lenin ve Stalin dönemlerindeki, özellikle Stalin dönemindeki kazanımlar karalandı, burjuvazi, emperyalizm tarafından alkışlandı, takdirle karşılandılar. Çöküşün bütün suçunu Marksist-Leninist partiye yükleyerek, yeni dönemin kendisine Marksist, komünist, ilerici, devrimci diyenlerden oluşan „geniş tabanlı partiler“, yeni sol parti oluşturma dönemi olduğunu ilan ettiler. İşçi hareketi ve komünist partileri krize girdiler, sağa savruldular, dört beş parçaya bölündüler; komünist partilere çok yönlü, çok renkli, çok KP’li, antimarksist, antileninist, plüralist bir anlayış egemen oldu, enternasyonalizm parçalandı.
73 Atılımı‘yla işçi sınıfının ve yığınların içinde ete kemiğe bürünen partimiz, Sovyetler Birliği’nin ağır baskıları sonucu, 1983 yılında yapılan 5. Kongrede likidatör Nabi Yağcı yönetimindeki, küçük burjuva TİP Partizan ekibinin partiye egemen olmasıyla, yeniden bir kırılma yaşadı. Bu Kongre ile Bolşevik dönem sona erdi, Marksist-Leninist çizgi terk edildi, oportünist, reformist bir çizgi izlenmeye başlandı. Özde birer sosyal demokrat olan TİP ve diğer sosyalist partilerle birleşmeye gidilerek parti likide edildi. Mustafa Suphi ve Bilen geleneğini savunanların, partimizin likidasyon dönemini iyi anlamaları gerekir. TİP ile birleşme, TİP’in Marksizm-Leninizm temelinde TKP ile birleşmesi değildir. TİP ile birleşme Marksist-Leninist TKP’nin sosyal demokrat TİP’e ilhakıdır. Bunun gerçekleşmesinde belirleyici güç Sovyet yöneticilerinin baskısı, hiçbir zaman gerçek bir TKP’li olmayan Nabi ve etrafındaki küçük burjuva grupların Merkez Komitesi’ndeki çoğunluğudur.
Üyelerin çoğunluğu, TİP ve TSİP’le birleşmenin Sovyet yöneticilerinin ve Bulgarların baskısı olduğunu göremedi, çünkü onlar kendilerine böyle bir bilgiyi verecek yönetimden yoksundular. Bilen yoldaş, TİP ve diğer partilerle birleşmeye kesinkes karşıydı. O, Türkiye’nin hem TKP’ye, hem TİP’e ihtiyacı olduğunu savundu ama Sovyetlerin baskısı sonucu bu menfur birliği onaylamak zorunda kaldı. Partideki bu yeni oportünist çizgiye dayanamayarak kısa zaman sonra da öldü. Bu birliğe Bilen yoldaşla birlikte başından beri karşı çıkan iki yoldaş azınlıkta kaldılar, likidasyona giden yolu önleyemediler. SİP-TKP kuruluncaya kadar sustular. Nabi ve Zülfü Dicleli likiditörlerinin en son geldikleri nokta ise AKP’ye yamanarak, onun “devrimsi” politikasına hayranlık, onu desteklemek olmuştur.
GÜMÜLDÜR TOPLANTISI VE ÜRÜN ÇEVRESİ
Nabi Yağcı’nın partiye verdiği tahribata karşı, dağılan kadrolardan tepkiler yükselmeye başladı. Kendilerinin Suphi ve Bilen geleneğini savunduğunu söyleyenlerin birçoğu partimizin likidasyonunu ya hiç anlamıyor ya da anlamak istemiyorlar, ondan ders çıkarmıyorlar, körü körüne TBKP, SBP, BSP, ÖDP girişimini savunuyorlardı. Bunlar hâlâ, Bilen öldükten sonra Nabi’nin de -ki hâlâ likidatörlüğe devam ediyor- partide bir kırılma olduğunu kabul ettiği 5. Kongre kararlarının likidasyonu getirdiğini görmek istemiyorlar. Bunlar daha sonra ÖDP’nin dağılmasıyla kendilerine komünist, sosyalist, Marksist, troçkist, devrimci diyen birbirine benzemez herkesi Gümüldür’de toplayıp “komünistler birleşiyor” sloganıyla bir komünist partisi çatıştırmaya çalıştılar. Buna da ’Gümüldür Hukuku’ dediler. Ama olmadı. Tüm bu süreçlerde Ürün, 10 Eylül, Bakü Ruhu vb. isimlerle ortaya çıkan, likidasyondan ders almayan, kendi kariyerist ve kafalarındaki ulusalcı, Şefik Hüsnücü TKP ile 4-5 grup halinde, aralarında ideolojik çok farklar olmamasına rağmen birleşemeyen, kadroları aşındıran, dejenere eden, artık Nabi’nin, Zülfü Dicleli’nin savunduğu gibi, Marksist- Leninist partilerin döneminin kapandığını söyleyerek, Leninist parti değil, çoğulcu, geniş tabanlı bir parti savıyla, dernekler, parti denemeleriyle legalizmin batağına saplandılar. Sözde Nabilere karşı olsalar da, onların gittiği yoldan gittiler ve Şefik Hüsnü çizgisini izleyerek büyük zarar verdiler. Umutla likidasyonun kalkması için dört elle sarılan kadroları dağıttılar. Bu anlamda en çok zarar veren Ürün çevresi olmuştur. “Gümüldür Hukuku”na dayanarak, birlikte oldukları grupları da arkada bırakarak telaşla, Ürün Dergisi çıkaran (80 öncesi çıkan Ürün Dergisi ile bir ilgisi yoktur), TKP adını Arap milliyetçiliğine bulaştırarak, ulusalcılıkta; Perinçek’in İşçi Partisi’ni aratmayacak duruma düştüler. Geçmişte olan bağları dışında TKP ile ne ideolojik, ne politik, ne de örgütsel uzak yakın ilgileri kalmayan bu grup, üstelik SİP ile girdiği çekişmede burjuvazinin yöntemlerine başvurarak önce Toplumsal Kurtuluş Partisi adını aldı, sonra savcılığa başvurarak bir günde adını TKP 1920’ye çevirdi, Erkan Baş, partimizden atılan Ulvi Oğuz’un da aralarında bulunduğu gruptan dayak yediler ve parti adını daha da kirlettiler.
“Gümüldür Hukuku”na dayanan Ürün çevresi gibi oraya giden herkesin kafasında farklı bir TKP olduğunu ya anlamadılar, ya da anlamak istemediler. Aralarında Cemal Kıral ve Ulvi Oğuz’un bulunduğu, birbirine benzemezlerin; Kanatçılardan, İşçinin Sesi’ne, hiçbir zaman TKP’li olmamış, TKP’yi el geçirmek için partiye girmiş Şefik Hüsnücü GSB’lilere kadar tüm farklılıkları barındıran, günümüzün TKP’si ÖDP’dir diyen Sıtkı Coşkun’a kadar likidasyonun nedenlerini ve sonuçlarını tartışmadan, ders çıkarmadan, likidasyonu kaldıracak iradeyi göstermek yerine, likidasyona giden başka bir yola, “TKP gerekli mi, değil mi?” tartışmasına giren, “TKP devam etsin” diyen ama, likidasyonla hesaplaşmayan iradeyle dağılan “Gümüldür Hukuku”yla, aldıkları “temsil yetkisi” ile kendi TKP’lerini oluşturma, aile şirketi kurar gibi kendi kariyerist emellerini gerçekleştirmeye koyuldular.
Cemal Kıral, 2000’li yıllarda Cumhuriyet Gazetesi ile yaptığı bir söyleşide, likidasyonu kaldırmak yerine yeni bir KP diyor. Gerekçesini şöyle anlatıyor:
“Bakü Ruhu. O gün de, bugün de meseleye farklı baktığımızı anlattım. Yani biz eskiden TKP’li olmuş ya da olmamış, başka örgütlerde çalışan komünistlerin ortak partisini kuralım istiyorduk. Buna “Bakü Ruhu”diyoruz. Yani, bundan 80 yıl önce, partinin ilk kongresinde üç ana grup vardı. Birincisi İstanbul komünistleri, ikincisi Anadolu ve üçüncüsü yurt dışındaki komünistler. Bu üç grup orada “Esas olan biziz” demediler. Ortaklaşa kuralım görüşünde birleştiler. O nedenle sadece “eski TKP’liler gibi olmaz”, “hep birlikte” görüşünü savundum, bugün savunduğum gibi… dayatmayla yürümez.
Bir şeyi tekrar etmenin anlamı yoktur. Türkiye’de bir grubun, sadece bir grubun dayatmasıyla işler olmuyor. Farklı yaklaşımları bir potada eritmek gerekiyor. TKP’de olduğu gibi “yasak” demekle olmuyor. İdeolojik birlik adına yaptığımız gibi “böyle düşüneceksin” dediğin zaman, donduruyorsun partiyi ve öyle bir partiye bugün ihtiyaç yoktur. Şimdi diyoruz ki, “Gerçekten Türkiye’de böyle bir partiye ihtiyaç vardır. Yani hepimizi bir araya getiren, inşaatına da birlikte başlayacağımız bir partiye.. bir zaman alacak ama sağlıklı olacak. Buna başladık. Komünist Parti Girişimi diye bir çalışmamız var.””
–Peki, SİP’ten komünist partisi kurma başvurusu var.
Kral: “Bakın birileri kendini komünist görüyorsa hayır demeniz boşunadır. Dışarıdan bir insanın ya da grubun, “Sen oportünistsin, sen revizyonistsin” suçlamalarıyla bir yere varılamaz… Bizim gerçekten günümüz sorunlarını çözmeye yönelik bir parti isteğimiz var. Şuna inanmaya devam ediyoruz; insanlığın kurtulması lazım. Bunun bir aracı var, parti. Partinin dışında bir silah yok. Hangi yöntemi kullanacağın ayrı bir mesele.”
–AB sürecinde nasıl olsa siyasi partiler yasası değiştirilerek komünist partinin yolu açılacak deniyor. Girişiminizin bununla ilgili mi?
– “Hayır böyle düşünmüyoruz. AB zorladı da Türkiye kabul etti diye bir şey yok. Türkiye’de resmi bir komünist partisine ihtiyaç vardır. Bu amaçla parti kurarız… eskiye göre zor bir tarafı var, çünkü Sovyetler Birliği yok, ama bir de kolay tarafı var; eskisi gibi dünya sosyalist sisteminin ortak kararlarına uymak zorunda değilsiniz.”
İşte Gümüldür hukuku buydu! Cemal Kıral, çok tabanlı, çok renkli, herkesi kapsayan, liberal bir Komünist Partisi’ni kuramadan bu dünyadan göçtü gitti. Parti Merkez Komitesi’nde yer almış Cemal Kıral’ın; Türkiye Komünist Partisi’nin, çağımızın devrimci teorisi bilimsel sosyalizmi kendisine kılavuz edinmiş uluslararası işçi sınıfının Marksist-Leninist bir partisi olduğunu, işçi sınıfının öncülüğünde savaş vererek proletarya diktatörlüğüyle sosyalist bir toplumun inşasına ve nihai hedef olarak sınıfsız komünist bir topluma ulaşmayı amaçladığını, proleter devrimin işçi sınıfının eseri olduğunu ve tüm tarihsel deneylerin gösterdiği gibi, Marksist-Leninist bir komünist parti olmadan, işçi sınıfının sosyalizme, komünizme ilerleyemeyeceğini reddetmesi, emperyalistlerin geniş tabanlı parti propoganda rüzgarına kapılması ve bu propogandaların Komünist Partileri büyük bir çıkmaza soktuğunu görememesi kendisi için büyük bir talihsizlik olmuştur.En önemlisi de partinin Marksist-Leninist ilkeleri terk ettiği için likidasyona uğradığını reddederek, Marksizm-Leninizmden uzaklaşarak çözümü burjuvazinin kulvarında araması olmuştur.
O hukukla Rasim Öz de Ürün’de Kaplanların kast anlayışları nedeniyle anlaşamayıp ayrıldı ve “Savaş Yolu” adını alarak bir toparlama işine koyuldu, ama benzer anlayışından dolayı sonunda kadroları öğüttü. Likidasyonu kaldıracağım diyen Ürün ise İşçi Partisi mertebesine erişerek TKP’nin sahip olduğu değerlerden fersah fersah uzaklaştı, milliyetçilik ve legalizm deryasında boğuldu.
Politika Çevresi
“TKP’yi ben ayağa kaldıracağım” diyen başka bir grup da Politika Dergisi çıkaranlar oldu. Yedi kişilik yap- bozlarla sözde Merkez Komitesi oluşturarak, etik ve ahlaki değerlerden yoksun, bozulmuş kadrolarla kalabalıklar oluşturmayı hedefleyerek duvara çarpan bir grup oldu. Baktılar olmuyor, bu kez de SİP-TKP’den ayrılan HTKP, Erkan Baş ile birlik denemeleri yaparak, diğerlerini tekrarlayarak aynı akıbeti paylaşma yolundadırlar.
Bütün bu gruplara bakıldığında; TKP’yi yeniden oluşturmak ve ayağa kaldırmak için bütün sol geleneklerden komünistlerin birliğini oluşturmak gerekiyordu. ÖDP dağıldı, yeni gruplar çıktı, onlar da dağıldı, hiçbirisinden sonuç alınamadı. Sözde birlik adına her soydan her boydan kişilerin partiye girmesi Marksizme-Leninizme aykırıdır. Bu tür birliği kotarmaya çalışanlar Marx, Engels ve Lenin’in Proudhonculara, Lasallecilere, Kautsylere, Bersteinlara, Martovculara, Troçkistlere karşı verdiği savaşları görmezlikten geliyor; partimizin içinden çıkan sağlı sollu sapmaların; Şefik Hüsnü, Mihri Belli, Kıvılcımlı gibi oportünistlerin pratiğinden yararlanıyor, Sweezy ve Magdoff gibi Amerikan istihbarat örgütlerinde ve hükümetlerinde çalışanları yoldaş diye lanse ediyorlar. Bu görüş ve anlayış yeni tip Leninci Parti ilkeleriyle bağdaşmaz. Bunlar Nabi Yağcı’nın örgütlenme modellerini yineleyip üzerine komünist mantosu giydirerek partinin gelişmesini baltaladılar. Sonraları bu küçük gruplar kendilerini komünist partisi diye adlandırarak TKP adını ve geleneğini lekelediler.
Her soydan ve boydan komünistlerin birliği anlayışı kökten yanlıştır. Bu anlayışla parti ayağa kaldırılmaz. TKP geçmişte de günümüzde de Marksizmi savunanların, Mustafa Suphi ve İsmail Bilen’in savaş yolunda gidenlerin, Şefik Hüsnü, Mihri Belli, Kıvılcımlı, Boran gibi reformistlerin, burjuva uzlaşmacıların, açık ve gizli Kemalistlerin, devlet komünistlerinin tutum ve anlayışını reddedenlerin partisidir.
SİP –TKP
Dağınıklık yalnız bizim partimizde görülen bir fenomen değildir. Avrupa’da hemen hemen bütün komünist partilerde benzer durumlar vardır. Reel sosyalizmin çöküşünden sonra dünya işçi ve komünist hareketindeki zayıflığın ve dağınıklığın hâlâ devam etmesi, yalnız reel sosyalizmin çöküşüyle, bu çöküşle birlikte alınan ağır yenilgi ve darbeyle açıklanamaz. Burada komünist parti yöneticilerindeki ideolojik ve politik savrulma en büyük rolü oynamaktadır.
Bu partilerin yöneticileri reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte Marksist-Leninist ilkeleri terketti, anti-stalinist bir konum aldılar, sol birlikler oluşturmaya kalktılar. 30 yıldır bu virüsü yayıyorlar, çoğu demokratik sosyalizmi savunan Avrupa sol partilerin kuyruğuna takıldılar, sosyal demokrat konumlarda yer aldılar. Hatta adı komünist parti kalanların çoğu da bu oportünistlerin yedek gücü haline geldi. Bu hem eski sosyalist ülkelerdeki, hem de Batı Avrupa’daki ülkelerindeki komünist partilerinin hemen hemen hepsi için geçerlidir. Burjuvazi de Stalin’e saldırarak, Troçki’yi göklere çıkararak bu gelişmeyi körükledi. Komünist partilerini toplumda birer marjinal grup haline getirdi. Bu partiler bütün işçi sınıfını devrimci ruhta eğitecek, burjuvaziye karşı başkaldırılarda onlara önderlik edecek birer avangard partiler değillerdir. SİP-TKP’nin bu sözde komünist partileriyle kolayca ilişki kurmasının altında onların bu antileninist, antimarksist, troçkist tutumları, Stalin düşmanlığı etkileri yatmaktadır. SİP’in de katıldığı 102 komünist ve sosyalist partinin Ekim Devrimi’nin 100. Yıl kutlaması, 2 Kasım 2017’de St. Petersburg’da (Leningrad) lüks odaları ve semtiyle Hotel Astoria’da yapılmış, kutlama Putin’in yolladığı mesajla başlamıştır. Komünist Partilerin düştüğü bu içler acısı durum komünist partilerinin şu an içinde olduğu krizin kısa bir özetidir.
Kimdir bu SİP’liler?
Eski parti üyeleri birbirleriyle uğraşırken, 2001 yılında kendisine Sosyalist İktidar Partisi, SİP, TİP’in TKP’ye yakınlaşmasına muhalefet ederek Behice Boran tarafından partiden kovulmuş olan küçük burjuva, antisovyet, Troçkist karması bu grup, yangından mal kaçırır gibi bir gecede adını değiştirerek yıllarca illegal çalışmak zorunda bırakılan, ağır bedeller ödeyen, önderleri burjuvazi tarafından katledilen, nice neferlerini işçi sınıfı saflarında kaybeden, Nabi Yağcı’nın hainliği, likidatörlüğü ile dağılan TKP adını devlete tescil ettirdi. KP iken, özellikle TKP adını almadıklarını, zaten Türkiye tarihinde böyle bir partinin bulunduğunu söylemelerine ragmen, partiden kovulmuş ya da davayı bırakmış Rasih Nuri İleri, Ulvi Oğuz, Haluk Yurtsever, Atilla Aşut gibi isimleri yanlarına alarak, kendilerine legitimasyon vermeye kalktılar. TKP MK üyesi yoldaşımız Nazım Hikmet’i de birinci üyeleri sayarak, burjuvazi gibi kendi ticari ve siyasi çıkarlarına alet ederek kalpazanlıkta burjuvaziyi geride bıraktılar. Nazım yoldaşımız 62 Viyana Konferansı’nda Kürt Meselesini dile getirmiş, Kürtlerin hak ve hukuklarını alması gerektiğini savunmuştur. Nazım’ı bu ulusalcılardan kurtarmak komünistlerin boynunun borcudur.
Sahte TKP örneğini partimiz ilk kez yaşamıyor. Bunun bir örneğini 1920’lerde yaşadık. O zaman Mustafa Kemal, kendisini bir numaralı üye kaydettirerek sahte bir “TKP” kurdurtmuştu ama tutmamıştı, Komintern bu partiyi reddederek tarihin çöplüğüne gömdürmüştü. SİP’ten devşirme bu parti de devletten icazetli bir partidir. Kemalist burjuvazinin 1920 deneyinin 2001 yılında yeniden uygulamaya koyarak, yasak olmasına karşın SİP’lilere komünist sözcüğü taşıyan, “TKP” adında bir parti kurmalarına izin verdi. Ergenekondan yargılanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu NTV’de E. Haksever’in sorusuna, bu partinin Mustafa Suphi’nin partisiyle bir ilgisi olmadığı, kuranların ‘masum’ insanlar olduğunu ve yasalarla aykırılıkları bulunmadığı yanıtını verdi. Bu sahte partinin birinci başkanı Aydemir Güler de “Savcımızın açıklamasından onur duyulur” dedi. Amaç yine aynı; yığınları şaşırtarak gerçek TKP’nin etkisini kırmak. (SİP) TKP savunmasında Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “TKP’nin programı, tüzüğü ve eylemlerinde; sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğinin ve herhangi bir diktatörlüğün savunulmadığı ve amaçlanmadığı anlaşıldığından, Anayasa ve yasa hükümlerine aykırılık bulunmadığına işaret ettiği…. Diğer sınıflar üzerinde tahakküm kurmak amaçlanmadığı, hukuk devleti ilkesine, çok partili çoğulcu sisteme ve iktidarların seçimlerle değişebilirliği kuralına aykırı bir tutum alınmadığı sürece sınıf iktidarını istemek ya da bu yolda çalışmak, yasalara aykırı düşmez-” demiştir. Kanadoğlu’nun açıklamaları, Marksist-Leninist bir programdan uzak böylesi küçük burjuva, ulusalcı, reformist partinin legal faaliyet sürdürmesi, düzene uygundur, zararlı değildir anlamına gelmektedir.
Bunların partimiz ve ideolojisiyle, gelenek, yöntem ve politikalarıyla hiçbir ilişkisi yoktur, tam tersine partimizin ideoloji, politika ve geleneğine karşıdırlar. Aslında kullandıkları jargon komünizme de yabancıdır. Mustafa Suphi geleneğine sahip çıkıp onları katleden, suni bir Türk Devleti yaratarak Laz, Ermeni, Rum Halklarını süren, katleden, Kürt Halkını yok sayan Cumhuriyete güzellemeler yaparak 29 Ekimleri kutlayan bir hareketin komünist gelenekle bir ilgisi de olamaz. Bu sadece yığınları şaşırtmaktır. Kendilerini sosyalist gruplardan ayrı tutarak, toplumsal olaylara aktif katılmayarak da burjuvaziye ne kadar ’masum’ olduklarını her fırsatta göstermektedirler.
TKP 10 Eylül 1920 yılında, Mustafa Suphi’nin bağlantıda olduğu yurtdışı örgütü, İstanbul ve Anadolu delegeleriyle Bakü’de sadece bir kez kuruldu. Ta kurulduğundan bu yana burjuvazinin ağır saldırıları, katliamları, baskıları, zulümleri, zindanları, sürgünleriyle her sarsıntıdan, dağınıklık döneminden sonra “Nerede bir komünist varsa, TKP oradadır” şiarıyla parti hep var oldu, hep ayağa kalkmasını bildi. Bu girişimde Türk egemen çevrelerinin Türkiye Komünist Partisi’ne ideolojik ve politik saldırısından başka bir şey değildir ve bu girişim eninde sonunda fiyaskoyla sonuçlanacak ve gerçek sahiplerinin elinde yükselecektir. TKP tarihsel bir zorunluluk olarak doğdu ve bu zorunluluk bugün de geçerliliğini korumaktadır.
Yunanistan Komünist Partisi Kemal Okuyan’a, neden KP adını alıp, TKP adını almadıkları gibi tuhaf bir soru yöneltmiştir, çünkü hiçbir Avrupa ülkesi komünist partilerinde böyle bir isim hırsızlığına tanık olunmamıştır, hiçbiri böyle bir ahlaksızlığa imza atmamış, tam aksine kendilerini ayırmak için farklı isimler almışlardır.
Kemal Okuyan: “Bunun birkaç nedeni var. Birincisi bir parti, -ki Türkiye’nin en eski partisidir aslında- yakın döneme kadar, Sovyetler Birliği çözülene kadar, Türkiye Komünist Partisi adı altında varlığını sürdürdü. Biz bu partinin devamı gibi gözükmek istemiyoruz. Çünkü bu partinin belli bölümlerinin Türkiye’deki sosyalist mücadelenin mirasını temsil edemeyeceğini düşünüyoruz. Türkiye’deki komünist hareket daha zengin bir kanalda aktı. İkincisi, bugün, bu geçmişteki Türkiye Komünist Partisi’nin devamı olduğunu söyleyen, bizim saptadığımız altı yedi örgüt var. Bu adı kullanıyorlar. Biz Komünist Partisi’ni kurarken gereksiz bir tartışmaya girmek istemedik. Bu biçimsel bir tartışmadır aslında. Konuyu saptıracaktır. Türkiye Komünist Partisi adı etrafında bir kör dövüşü ortaya çıkacaktı ve biz bu kör dövüşü içerisinde yer alacaktık. Bu tartışmaya da girmek istemedik.”
Bu röportajı vermesinden üç ay sonra Kemal Okuyan: TKP adına 15 yıldır siyasi bir mücadele yapılmıyor diyerek bu adı almalarının ahlâki bir sorun yaratmadığını belirtti.
SİP bu kadarla da yetinmeyerek, gerici televizyon kanallarında TKP’ye küfretmiştir. Merkez Komitesi üyelerinden Mehmet Kuzulugil’in gerici Kanal 7’de sorulan soruya verdiği cevap şöyledir: “Doğrudur, geçmişte Sovyetler Birliği, TKP’yi, ülkedeki bir takım adamları beslemiştir. Onları devrim yapmaları için değil, Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin barış içinde olması için desteklemiştir. TKP, eğer 1980’de devrim yapamadıysa, bu TKP, Sovyetlerin güdümünden kurtulamadığı için olmuştur. Sovyetler Birliği sosyalist bir ülke idi ama Sovyet sosyalizmi zaten bu yüzden yıkıldı. Türkiye’de, Yunanistan’da, başka yerlerde, Şili’de devrim yapmak yerine, yapmamak için bir takım asalak hıyarları besledi. Bunlar devrim yapmamak için para alan bir takım asalak hıyarlardır. Türkçesi budur. Bunlar devrim yapamazdı. Ancak biz devrim yapacağız. Biz Rusya’dan para da almıyoruz.”
Erkan Baş’ın da içinde olduğu bir grup eski partililerin evini basarak darp etmeye varacak kadar kendilerini kaybetmişlerdi. Erkan Baş’ta Okuyan tarikatıyla taşlı sopalı birbirlerine saldırarak başka bir siyasi ahlaksızlığa imza atmış, Onlar da HTKP adından vazgeçerek TİP adını alarak HDP’ye yaslanarak yaşamaya çalışmaktadırlar.
Bunların işlevi, genç kuşaklar arasında antimarksist ve antileninist görüşleri, milliyetçiliği yaymaktır, genç kuşaklarla partimiz arasına bir duvar örmektir. Öğrenci gençlik içinde örgütlü olan bu gruplar, toplumsal olayların ve işçi sınıfı içinde hiçbir varlıkları olmadığı gibi, mahallelerde de olmamışlardır. TKP adını almış olsalar da hala SİP’tirler ve burjuvazinin AB’ne bir TKP adıyla ne kadar demokratikleştiklerinin gösterilmesinden gayri, Marksizmi-Leninizmi tahrif etme, kalpazanlığını yapmakta hünerli olmuşlardır. TKP adının açtığı yoldan ilerleyerek, bir yandan askerlere göz kırparak siyaset yapan bu Kemalist, küçük burjuva hareket toplumsal öfkenin (SİP) TKP’de toplanacağını, sol hareketin toplumla kaynaşmasının aydınlanmacılık, laiklik, yurtseverlik ve kamuculuk üzerinden olacağını iddia etmekle Marksizmle uzak yakın ilgileri olmadığını ibretle ortaya koymaktadırlar.
SİP’liler yalnız adımızı çalmıyor, yurtseverlik, ulusallık, devrimcilik kisvesi altında partimizin ilkelerini ters yüz ediyor, enternasyonalizmi çiğniyor, Kürt sorunu konusunda burjuva milliyetçiliği yapıyor, Ergenekonculara kanat geriyor, şovenist burjuva devletine sahip çıkıyorlar. SİP, “ülkeyi böldürtmeyiz” diyen yurtseverlikleriyle Kürt işçileri de partiye çağırıyor. Ergenekoncuların boşluğunu dolduran yurtsever anlayışlarıyla Kürt emekçilere nasıl bir enternasyonalist anlayış sunacaklardır? Gericiliğe karşı sosyalist aydınlanmacılığın, laikliğin propagandasını yapan SİP’in bu tavrı, AKP tarafından baskı altında tutulan Ergenekonculara destekten öte birşey değildir. İşçi sınıfından, emekçilerden ziyade Kemalist kesimlerde, milliyetçi, yurtsever öğrenci gençlikte gericiliğe karşı laikliği, din karşıtlığını kullanarak onları elde etmeye çalışıyorlar. Ama geniş emekçi kesimlerde bunun çok anlamı yoktur. Geniş yığınlarla bağlanarak işçi sınıfı, emekçiler, hem de öğrenci gençlik içinde örgütlenmek, onları gericiliğe karşı eğitmek elbette komünistlerin görevidir.
Bazı TKP’liler SİP-TKP’yi ele geçirmek hayalleri kurmakta, hatta bazı üye ve sempatizanlar onun adına kanıp ona oy vermektedirler. Bu hayaller ve davranışlar yanlıştır. Komünistin görevi kendi partisini, sahtesini değil, gerçeğini güçlendirmektir.
Bunlar Kemalist konumları, Nabi Yağcı da AKP’yi savunuyor. Her ikisi de burjuvazinin kulvarında koşuyor. Biri Türk burjuvazisinin Ergenekoncu milliyetçi kesimi, Nabi Yağcı da Türk burjuvazisinin milliyetçi- dinci kesimi ve burjuva liberalleriyle çalışıyor. Bunların gizli servislerle, askerlerle ilişkileri ayyuka çıkan iki Ergenekoncu, Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük ağabeylerinden hiç farkı yoktur. Özünde Kürt sorununda ne Nabi’nin SİP’ten, ne de SİP’in Nabi’den farkı vardır. Ayrı cephelerde Türk burjuvazisinin hizmetinde koşuyorlar. 28 Şubat’ın ürünü olarak ortaya çıkan 2001’de SİP adına Cumhuriyet Gazetesi’ne demeç veren Aydemir Güler, ’partileri kapatılsa bile, bazıları gibi, ülkemizi dışarıya şikayet etmek gibi bir niyetleri’nin olmadığını söylerken, devletle aralarındaki zımni anlaşmaya işaret etmektedir.
Türk burjuvazisinin Kemalist ve İslamcı motiflerle kamuoyunu aldatma çabalarını iyi anlamak gerekir. Türk-İslam sentezinin kurucu ve kollayıcısı Kemalistler şimdilik kaçırdıkları yağlı kuyruğu hep ordunun desteğiyle ellerinde tutuyorlardı. Bugün yağlı kuyruğu eline geçiren İslamcı kanat ise, islami motiflerle tabanını genişletiyor, orduyu emrine alıyor ve bu kuyruğu bırakmak istemiyor. Cumhuriyet tarihi, kurulduğundan bu yana burjuvazinin bu iki kanadı arasında, ordu, polis ve bürokrasi içinde kanlı savaşlarla doludur. Bu savaşta altta kalanlar, kanı akanlar, canı çıkanlar her şeyden önce işçilerdir, köylülerdir, bunların örgütleridir ve direnişi Cumhuriyet tarihinin gündeminden hiç düşmeyen Kürt halkıdır. İşçi sınıfı, demokratik güçler ve Kürt Halkı söz konusu olunca bu iki burjuva kesimi aralarındaki çıkar kavgasını bırakıp hemen birleşirler. Ağır faşist terör uygular, faşist rejim kurmaya çalışırlar. CHP içinden ulusalcılara kadar bu Kemalistler Erdoğan’ın Kürt Özgürlük Hareketini boğmada, Kandil’e, Rojova’ya, El Bab’a, İdlib’e, Afrin’e saldırılarında, HDP’li vekillere verilen fezleke oylamalarında en büyük destekçileri olmuşlardır ve hâlâ oluyorlar.
Bunlar 15 Temmuz 2016 “Tarikatlar Darbesi” sonrasında sözde Fethullahçılara karşı bir araya geldiler, gerçekte ise onları birleştiren; işçi sınıfına, demokratik güçlere ve Kürt halkına karşı olmalarıdır. Bizzat kendisinin de örgütleyicisi olduğu bu darbeyi Erdoğan’ın „Allahın bir lütfu” olarak görmesi boşuna değildir. Erdoğan ve partisi AKP demokratik güçlere ve Kürt halkına karşı arka arkaya sivil darbeler yaparken Kemalistler yine suskundular. Onlar ülkenin, OHAL’lerle, KHK’lerle yönetilmesine, Erdoğan’ın elinin güçlenmesine, HDP’ye saldırmasına, dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek verdiler. Bu kanatlardan birini diğerine tercih etmek ya da onun şemsiyesi altına girmek, halk arasında ham hayaller ve umutlar yaymak komünistlikle bağdaşmaz, bu burjuvalıktır, burjuva iktidarına, onun siyasetine, faşizmine destek olmaktır. SİP, Nabi Yağcı ve kliği, sol ve liberaller arasında iki cepheden burjuva görüşünü yayıyorlar. CHP ve AKP’den farkları sol içinde çalışıyor olmalarıdır. Her ikisinin de ideolojik eylemi; Türk-İslam sentezini günü koşullarına göre yayarak Türkiye’nin aydınlık geleceğini karartmak, Kürt sorununda da direnişi aşağıya çekmek ve çözümsüzlüğü zamana yaymaktır. Sonunda bunların tutumları hem CHP’nin hem AKP’nin tek millet, tek din, tek ülke, tek bayrak politikalarına hizmetten başka şey değildir.
Tüm bunların karşısında gerçek TKP’lilerin önünde, partiyi ayağa kaldırmak, Marksizm-Leninizm temelinde yeniden güçlendirmek yığınlarla bağlanmak, eşitlik, özgürlük ve özerklik temelinde yeni demokratik cumhuriyet için savaşmak görevi durmaktadır. Bu görev sağa sola savrulmuş eski TKP’lilerle gerçekleştirilemez. Görev, anlatılan gelişmelerden doğru dersler çıkaran eski ve yeni kadrolarla gerçekleştirilebilir. Bugün partimizi yeniden ayağa kaldırırken yeni politikayı böylesine kavrayan Marksçı-Leninci kadrolara ihtiyaç vardır. Şimdi görev bu kadroları yetiştirmektir.