Haber / Yorum / Bildiri

Leninci Parti Yönetimindeki Yozlaşma ve Reel Sosyalizmin Çöküşü

Deniz Altıner

19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçiş sırasında Lenin’in tarih sahnesine çıkmasıyla çağa, kapitalist dünyayı sarsan 1917 Ekim Devrimi ile başlayan sosyalizm damgasını vurmuştu. Marksizm öğretisine felsefe, ekonomi politik ve bilimsel sosyalizm alanında büyük katkı yapmış, dönemin Rusya’sının tarihsel ortamına uygulayan, daha da ileri götüren Lenin’in bir çok alanda geri kalmış olan çarlık Rusya’sı üzerinde kurduğu Sovyetler Birliği, modern bir sanayi devletine dönüşerek, Nazi Almanya’sını yenmiş, ülkeyi savaştan sonra yeniden inşa etmiş ve uzaya ilk insan gönderen ülke olmuştu. Sosyalizmin başarıları dünya çapında işçi sınıfına umut, saygı ve ilham kaynağı olurken Sovyetler Birliği, kendilerini sömürgelikten kurtaran ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketleri için de paha biçilmez bir destekti. Tüm bu kazanımlar çağımızın Marksizmi, Leninizm sayesinde; onun devrimci teorisi ile donanmış yeni tür partisinin bilimsel komünizmin kuramlarını yaşama uygulayan Bolşevik Partisi sayesinde başarıldı. Lenin ve Stalin’den sonra Partinin başına geçen yöneticiler devrimci teoriden, Marksizm – Leninizm’den, Bolşeviklikten uzaklaştıkça reel sosyalist ülkelerdeki gelişmeler de ters yönde gitmeye başladı.

Bilimsel sosyalizm biçimlendiğinde, işçi sınıfı yıllardır burjuvaziye karşı az ya da çok örgütlü savaşlar veriyordu. Gelişmekte olan sendikal hareket tarafından örgütlenen profesyonel mücadeleler her şeyden önce, emeği mümkün olduğunca pahalıya satmak için veriliyordu. Bu mücadeleler birleşik liderlik, stratejik bir rehberlik olmadan, kapitalist toplumun gelişme yasalarına dair gerçek bir öngörüden uzak, büyük ölçüde kendiliğinden ve koordine olmayan savaşlardı. Bilimsel sosyalizm, işçi sınıfına bilimsel olarak sosyalist bir bakış açısı kazandırırken, aynı zamanda, işçi sınıfının mücadelesini devrimci bir perpektifle yürütecek sosyalist partiler ortaya çıktı ve işçi sınıfının mücadelesinin ulusal sınırların ötesine geçtiği bilinciyle, işçi sınıfının uluslararası mücadelesini örgütleyen Birinci ve İkinci Enternasyonal örgütlendi.

İşçi sınıfının tarihteki ilk proleter devrimi, 1871’de Paris Komünü’yle oldu. İşçi sınıfı burjuvazinin devlet mekanizmasını ele geçiremediği ve kendi amaçları için kullanamadığı ilk deneyimini verdi. Aksine, işçi sınıfı, burjuva devlet iktidarını ezmeli ve proletaryanın diktatörlüğü olan kendi devlet gücünü kurmalıydı. Paris Komünü deneyimlerine rağmen, kimi sosyalist partilere reformlarla sosyalizme ulaşılacağına dair reformist bir çizgi yerleşti. Bu çizgi, Marksizmin tahrifiyle, devrimci teorinin eskidiğini, modasının geçtiğini, tarihsel gelişim içinde burjuva devlet aygıtının reformlarla yıpratılarak, burjuva partileriyle işbirliği içinde sosyalizme geçilebileceğini iddia etti. Reformizmin maddi temelini, işçi sınıfı önderleri içinde; burjuvazi tarafından rüşvet verilen ve dolayısıyla burjuvazi ile işbirliğine girmenin avantajını gören işçi aristokrasisi oluşturuyordu; rüşvetin bir kısmı burjuvazinin sömürgelerin sömürülmesinden elde ettiği süper kârlardan kaynaklanıyordu. İşçi aristokrasisinin işçi sınıfındaki etkisi, hızlı sanayileşmenin ardından işçi sınıfına nüfuz eden yaygın küçük-burjuva ideolojisi ile de görüldü; milyonlarca işçinin sosyal yapıları köye, toprağa bağlı ve kentlerden gelen küçük burjuva unsurlardan oluşan birinci kuşak işçilerdi.

Revizyonizme karşı mücadele en etkin mücadeleyi Krzhizhanovski’nin dediği gibi, „Bizim kuzey düzlüklerimizde birden olağanüstü bir adam belirdi. Marks’ın dehasında dövülmüş silahın gücünü, herkesten çok biliyordu“ dediği Rus Bolşeviklerinin önderi Lenin veriyordu. Lenin, uluslararası sosyalist harekette yuvalanan reformizme karşı savaşa girdi, tüm yanlarıyla gericilik ve terör olan emperyalizm döneminde sosyalizme barışçıl, parlamento yoluyla ulaşılabileceği fikrine karşı çıktı, Paris Komünü derslerinden yola çıkarak, burjuvazinin diktatörlüğünün devrimle parçalanarak yerini proletarya diktatörlüğünün alması gerektiğini savundu. Lenin, sosyalist partilerin çürümesine karşın, devrimci teoriye hakim, saflarında oportunizmle, revizyonizmle mücadele eden, politik kararların kadroların seçtiği yönetimde alınarak, kadrolar tarafından birlik içinde uygulandığı demokratik merkeziyetçi bir yapıya sahip, işçi sınıfını iyi örgütlenmiş sınıf düşmanı ile mücadelede zafere götürecek devrimci bir kadro partisi öncülüğünde mücadele verilmesi gerektiğini savundu. Rus Bolşevikleri uluslararası işçi hareketinin reformizmine karşı savaşa girmelerine rağmen, reformist politika kazandı ve 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, işçi aristokratlarının işçi sınıfına ihanetleri sonucu, kendi ülkelerindeki parlamentolarında savaş lehine oy kullanmalarıyla sonuçlandı. Birinci Dünya Savaşı, dünya pazarının yeniden paylaşım savaşıydı. Lenin, daha Birinci Dünya Savaşı öncesinde kapitalizmin emperyalizm aşamasına ulaştığını, emperyalizmin maddi temelinin, çok büyük tekellerin kendi ulusal sınırlarını aşarak diğer tekellerle çelişki ve rekabet halinde, dünya egemenliği için mücadele etmeleri ve devletin direk tekelci kapitalizmin hizmetinde olduğunu gösterdi. Kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşmesi ve dünya çapındaki emperyalist sisteme evrimi, emperyalizme karşı mücadelede tüm dünya halklarını; sömürgeci halkların sömürgeci yönetimlere karşı ulusal kurtuluş mücadeleleri emperyalizme karşı mücadelenin bir parçası haline geldi, böylece emperyalist ülkelerin işçi sınıfı ile sömürgecilerin halkları arasında bir ittifak olasılığını yarattı. 

Emperyalist aşamayla birlikte kapitalizm farklı ülkelerde eşitsiz biçimde gelişti. Bazı ülkeler gelişmiş, bazıları az gelişmiş, bazı emperyalist güçler süper güç haline gelirken, diğer emperyalist güçler ise süper güç haline gelebilmek için çaba harcadı. Bu eşitsiz gelişim, kapitalizmin görece geri olduğu, emperyalist çelişkilerin yoğunlaştığı yerlerde sınıf savaşının keskinleşmesine yol açtı, işçi sınıfının ve halkların mücadelesiyle, direnmesiyle zayıf halka haline geldi. I. Dünya Savaşı’nda Rusya böyle bir ülkeydi, 1917’de Rus proletaryası köylülerle ve halklarla ittifak yaparak sosyalist devrimi gerçekleştirdi ve Paris Komünü’nü aşarak proletarya dikatatörlüğünü kurdu. Ekim Devrimini mümkün kılan ve zafere götüren, Lenin’in ve Bolşeviklerin ardıcıl bir şekilde Marksizmi revizyonistlere, reformistlere, oportunistlere karşı savunmaları, onu kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm çağına uygulamaları ve geliştirmeleridir, reformistlerin, oportunistlerin ve revizyonistlerin iddialarını teorik olarak çürütmeleridir, emperyalizm koşullarında zorunlu olan profesyonel kadrolardan oluşan çelik disiplinli yeni türden devrimci partiyi, Bolşevik partisini yaratmış olmalarıdır.

Ekim Devrimi, eğer bir ülkede emperyalizm çağında, sosyal devrimler çağında, üretici güçler henüz „tam“ olgunlaşmamış olsa da, devrimin objektif ve sübjektif koşulları doğmuş ve gelişmeye başlamışsa, o ülkede proletaryanın Marksist-Leninist partisi yönetiminde burjuvaziden iktidarı alabileceğini ve savunabileceğini, burjuva toplumu yerine yeni sosyalist toplumu yaratma yönünde ilerleyebileceğini gösterdi. Devrim tek ülkede oldu, ama dünya çapında yeni bir devrimci süreç başlattı. Ekim Devrimi, devrimin başarılması, işçi sınıfı çıkarına devrimci dönüşümlerin gerçekleşmesi için, yeni türden bir partinin gerekliliğini, revizyonizmle, sosyal reformizmle, oportunizmle mücadelenin önemli bir ödev olduğunu ortaya koydu.

Proletaryanın diktatörlüğünün Rusya’da yaratılması, uluslararası işçi sınıfının sosyalizm ve komünizm mücadelesinde tarihsel bir atılım anlamına geliyordu; Yeni Sovyet toplumu, köylülerle ittifak yaparak iktidara gelen işçi sınıfının iktidarıydı. Emperyalistler ve Rus gericileri, genç Sovyet iktidarını, açık silahlı müdahaleden ekonomik abluka altına almaya, sabotajlara kadar ezmeye çalıştılar. Komünist Parti önderliğinde işçiler ve müttefikleri karşı devrimi yendi. Ancak aynı zamanda, Rus Komünistleri partinin kendi içinde sürekli kapitalizasyon eğilimlerine karşı mücadele etmek zorunda kaldı. Lenin’in ölümünden sonra, bu mücadele yoğunlaştı; L. Troçki’nin önderliğinde bir hizip, bir ülkede sosyalizmin inşasını gerçekleştirmenin mümkün olmadığını iddia etti, ancak Stalin önderliğinde parti, Troçkist kapitalizasyon hattını reddetti. Stalin, sosyalizmi Sovyetler Birliği’nde uygulamanın gerekli ve mümkün olduğunu ve dünya proletaryasının emperyalizme karşı mücadelesi, sosyalizmin varlığı için sosyalist bir merkez yaratmanın Sovyet Komünist Partisi ve Sovyet proletaryasının görevi olduğunu belirtti.

Komünist Partinin önderliği altında Sovyet iktidarı 1920’lerin sonunda geniş çaplı bir sosyalist dönüşüm ve inşaya başladı. Devrim emekçilerin yaratıcı gücünü ortaya çıkararak, proletaryanın emekçilerle iktidarı ele aldıktan sonra, büyük bir atılımla geri kalmışlıktan kurtulabileceklerini gösterdi. Piyasa ekonomisinden daha üstün olan beş yıllık planlar ve tarımsal kollektiflerle, Sovyet halkının yaşam koşullarında radikal bir iyileşmenin temellerini attı, sosyalizmin maddi ve özel koşullarını yarattı. Sovyetler Birliği’ni emperyalist birliğin saldırısına karşı savunabilecek güçlü bir savunma gücü inşa etti.

Emperyalizmle başlayan kapitalizmin genel krizi, Birinci Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi ile birlikte derinleşerek devam etti. Krizin temel özelliği; dünyanın altıda birini oluşturan ülkelerin emperyalist sistemden kopması, ezilen halkların ve ulusların sömürgeciliğe karşı mücadelesi nedeniyle uluslararası mal piyasasında zaten keskinleşmiş olan rekabetin artması, üretim aparatının yetersiz kullanımıyla kalıcı hale gelen işsizler ordusuydu.

Emperyalist dünyanın başını çektiği Alman emperyalizmi, Sovyet sosyalizminin varlığını tehdit ettiğinde Sovyet toplumunun varlığını güvence altına alma mücadelesinde parti, hızlı üretim biçimine vurgu yaptı ve bu temelde teknik üretici güçlerin geliştirilmesine odaklandı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyet halkı, Komünist Parti ve Stalin’in önderliğinde, faşist Hitler saldırısını püskürttü; Sovyetler Birliği Alman emperyalizmini ezme mücadelesinde ana güçtü. Savaş yıllarının zorunlu ve titiz bir disiplini, ortaya çıkmakta olan ayrıcalıklı tabakaya, konumlarını pekiştirme ve merkeziyetçiliği baskın biçimde kullanma fırsatı verdi. Alman emperyalizmine karşı kazanılan zaferden sonra, hızlı ve devasa bir birikim, gelişim oldu, ama aynı zamanda ayrıcalıklı ekip pozisyonlarını daha da güçlendirdi ve Stalin’in ölümünden sonra, bu takım sonunda Bolşevik kadrolarla başa çıkmayı başardı.

II. Dünya Savaşı esnasında, kitlelerin inisiyatifi üretim araçlarının geliştirilmesine, üretimin planlanmasına ve hızla gerçekleştirilmesine yöneltilmişti, bu da „buyrukçuluğa“, bürokratik bir tabakaya dönüşmeye başlayan Nomenklaturanın yerleşmesine yol açan bir gelişmeydi. İşçi sınıfı ve halktan kopan, devlet ve parti içinde ciddi bir yer alan bu bürokratik yapıyla; ücret açıkları arttı, parti ve devlet liderleri ortalama bir işçinin ücretinin çok üstünde bir ücret almaya başladı.

İşçi sınıfı bürokratik tabakanın etkisini kırmayı beceremedi, sınıf mücadelesinin sosyalist dönem boyunca devam ettiğini bilince çıkaramadı, bunun yerine sosyalizmin inşası ile sınıf mücadelesinin maddi temelinin ortadan kalktığını savundu. Sınıf mücadelesi, işçilerin, kooperatifçi köylülerin ve proleter aydınların bölünemez birliği ile yer değiştirdi. Ciddi çelişkiler ortaya çıktığında ise, sorunların Sovyetler Birliği dışındaki emperyalist güçlerin ve düşmanların faaliyetlerinden kaynaklandığı açıklamalarına başvuruldu.

Böylece, Sovyet kitlelerinin kendini yeniden üreten burjuva kalıntılarına, kapitalist eğilimlere karşı harekete geçmesi imkansız hale geldi ve Sovyetler Birliği’nde ayrıcalıklı bir tabakanın ortaya çıkmasına dair önlemlerin alınmaması; partinin, bir yandan halktaki çelişkileri, diğer yandan halkla düşman arasındaki çelişkileri ayırt etmeyi başaramamasına yol açtı. Bu da parti hayatında ayrıcalıklı konumlar elde eden kesimin üstün gelmesine, bürokratik yöntemlerin kazanmasına ve proleter kitlesel tartışma ve demokratik merkeziyetçiliği baltalayan bürokratik yöntemlere yol açtı. 80’li yıllara gelindiğinde partiyi bürorat küçük burjuva unsurlar ele geçirmiş durumdaydı.

Partinin küçük burjuva revizyonistlerinin eline geçmesi nedeniyle, 80’li yıllarda Sovyetler Birliği ve Avrupa’daki sosyalist ülkeler, kapitalizmin yeniden ortaya çıkmasının önünü açan, hızla gelişen karşı devrimci hareketler sonunda, yine dünyayı sarsan birkaç yıl içinde, Sovyetler Birliği, Varşova Paktı ve Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) çözüldü. DDR Batı Almanya tarafından ilhak edildi ve diğer Avrupa Sosyalist ülkeleri de kapitalizme kapılarını açtı. Bu karşı devrim karşısında, uluslararası komünist ve işçi hareketinin, çöküşün nedenlerini ve sosyalizmi gündeme geri getirmenin yollarını derinlemesine analiz eden bir dizi ciddi meseleyi gündeme getirdi. Bu analiz hâlâ devam eden bir süreçtir.

Çöküş, ekonomik, politik, iç ve dış nedenler, nesnel ve öznel durumlar, pratik ve teorik hatalar olmak üzere karmaşık birçok nedenden kaynaklanmaktadır. İç savaş ve II. Dünya Savaşı’na rağmen, Sovyetler Birliği, uzun bir süre boyunca kapitalist ülkelerin büyüme hızını aşan bir ilerleme kaydetti. Ancak, zamanla planlı kalkınma uygulamasında sapmalar oldu. 1950’lerin sonlarından itibaren, komünizm kuruculuğu yapıyoruz diye ekonomide büyük hatalar yapıldı ve bu ekonomide, kalkınmada durgunluk getirdi. Her ne kadar sosyalist ülkeler gelişmiş hümanist değerlerle, eğitim, barınma, bilim, sağlık, sanat alanında kaydettikleri büyük ilerlemelere rağmen, Sovyetler Birliği ve diğer Avrupa Sosyalist ülkeleri, kapitalist ülkelerle girdikleri gereksiz rekabet sonunda bilimsel teknik devrimi toplumda yaygınlaştıramadılar, sosyalizmi başarılı bir sosyal sistem olarak bilince çıkaramadılar.

70’li yıllarda artan sistem çatışması içinde Batı, artan ticarete rağmen Sovyetlere karşı sıkı bir teknoloji boykotu uyguluyordu. Buna rağmen Sovyetler uzay ve askeri alanda yüksek bir teknolojiye sahipti. Bu teknoloji sayesinde Batıyı özellikle bir nükleer savaştan caydırıyordu. Dünya barışını koruyordu. Zorunlu olan askeri masraflardan dolayı maalesef bu yüksek teknoloji sivil alana yayılamadı, parti gereken önlemleri alamadı, sosyalizm kuruculuğunun gerekleri yapılamadı.

Sovyetler Birliği’nde II. Dünya Savaşı, kapitalizm ve sosyalizm arasındaki silahlanma yarışından dolayı silahlanma maliyetlerinde de çok artış oldu. Çok sayıda barış ve silahsızlanma önerisine, dünya çapında güçlü bir barış hareketine rağmen, sosyalist dünya ve kapitalist ülkelerin işçileri silah yarışını engellemeyi başaramadı. O dönem keskinleşen sistem savaşında nükleer bir dünya savaşını önlemek, askeri silah temsilcileri dışında tüm burjuva kesimleriyle bir koalisyon oluşturmak gerekiyordu. Bu dünya devriminin ilerlemesine katkı sağlayacaktı. Bu yönde doğru adımlar da atıldı, ancak burjuvaziye büyük ödünler verilerek, ideolojik savaştan, dünya devriminden vazgeçildi. Sosyal demokratlarla anlaşarak işçi sınıfının birliğini sağlama adına sosyal demokrasiye doğru adımlar atıldı. Çin yönetimi Kruşçev yönetimindeki bu sapmayı doğru değerlendirirken, Sovyetlerin Ekim Devrimi ile başlayan önemini küçümsedi ve devrimin merkezinin Çin’e kaydığını ilan ederek ciddi hatalar işledi.

Çöküş sosyalizm kuruculuğunda 1950’lerde Kruşçev ile başlayıp, Brejnev ile devam eden ve Gorbaçov ile artan Marksist- Leninist ilkelerin revize edilmesi ve partinin bu dönemlerde devrimci görevlerini yerine getirmemesiyle mümkün olmuştur. 1956 Sovyet Komünist Partisi’nin 20. Parti Kongresi, bir dönüm noktası oldu; Silahlı kuvvetlere dayanan bir destekle, N.S. Kruşçov’un altında ayrıcalıklı bir kesim iktidarlarını sağlamlaştırdı. “Kişi kültü, kişi putlaştırılması’’adı altında Stalin karalandı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin temel devrimci ilkeleri revizyonist ilkelerle yer değiştirdiler.

Kruşçov revizyonistlerinin iktidarı devralması Bolşevik güçlerin şiddetli bir şekilde bastırılmasına, kârı ön plana çıkaran bir dizi ekonomik reformlar kullanılarak kapitalist üretim koşulları gelişti. Bu ayrıcalıklı tabaka, parti aygıtındaki üst düzey yöneticilerden, devlet aygıtından, silahlı kuvvetlerden, bilimden ve işletme yöneticilerinden ve kamu hizmetlerinin en üst katmanından oluşuyordu. Bunlar, son on yılda gücünü pekiştirerek: Sovyet işçilerini ve köylülerini „sömürüyor“ demokratik hakları ve tüm demokratik tartışmaları bastırıyordu.

Lenin ve Stalin çizgisinden sapmalar başladı. Sosyalizm kuruculuğunda karşılaşılan güçlüklerde Leninci çizgiye dönmeyi göz ardı ettiler. Kruşçev ile birlikte ideolojik olarak Marksist-Leninist ilkeler terk edilmeye, politik olarak sosyal demokrasiye gidilmeye, revizyonist ve reformist ilkeler partiye egemen olmaya başladı. Lenin’le başlayan Stalin ile devam eden sosyalizm kuruculuğu terk edildi, yozlaşan küçük burjuva unsurlar partiye egemen oldu. Örneğin, partililer, öncü olarak yöneticilik rollerini toplumsal gelişim esnasında kazanılması gereken bir olgu olarak değil, mutlak ve sürekli kazanılmış bir hak olarak gördüler. Uluslararası alanda sosyalizmin inşasına devam ve başarılarına imza atma, yerini yozlaşmaya ve kayıtsızlık haline bıraktı. Parti yönetimi sosyalist inşaya halkı dahil etme, sosyalist demokrasiyi geliştirme, mevcut sorunlara eğilme, ihtiyaç ve isteklere, halkın kaygılarına hitap etme yeteneğini yitirdi. Parti organları ve örgütleri, halkın yaratıcılığını ve sosyalizmin kuruluşuna aktif katılımı sağlamada hantallaştı, bürokrasiye boğuldu.

Hem Sovyetler Birliği’nde hem de diğer sosyalist ülkelerde ortaya çıkan muhalif kesimlerin derinlemesine soruşturulması, Troçki ve diğer küçük burjuva unsurların kontrol edilmesinin yanı sıra onlarla Leninci anlamda politik-ideolojik tartışma yürütülmemesi ve onların sosyalizm kuruculuğuna entegre edilememesi komünist partilerin ihmal ettiği başka bir alan olmuştur. Bu durum, halkın geniş kontrolünün ve partiye yakınlığının yavaş yavaş ortadan kalktığı anlamına da geliyordu. Eleştiri ve öz eleştiri mekanizmasının zarar görmesi, kararların şematik bir şekilde uygulanmasına ve herkesin birbirinin hatalarının üzerini örttüğü bir duruma yol açtı. Partinin saflarında, eleştiri ve özeleştiri, hatalı fikirleri, uygulamaları düzeltmek ve çalışma yöntemlerini geliştirmek için kullanılır. Komünist Partisi demokratik bir partidir, ancak bir tartışma klübü değildir. Demokratik merkeziyetçilik, partinin, demokratik bir tartışma yoluyla karar verdikten sonra, kabul edilen kararları yerine getirdiği anlamına gelir. Demokratik merkeziyetçilik, parti kadroların parti çalışmalarına sürekli katılmasını gerektirir. Demokratik merkeziyetçilik, demokrasiyi mümkün olan en etkin biçimde kullanan yüksek proleter örgütlenme biçimidir. Oysa Sovyetlerde son zamanlarda parti içi demokrasi boğuldu, partide, sendikalarda ve devletin yönetim kademelerini işgal eden kariyerist parti kadrolarının yolu açıldı. Bu tür olaylar, partinin halk içindeki prestijini, saygınlığını baltalamak için son derece etkili oldu. Bürokratik bir yönetimin panzehiri de, parti yönetiminin yığınların talep ve ihtiyaçlarını gözetip onları bilimsel sosyalizmin ışığı altında yoğurup devrimci bir güce dönüştürmesini gerektiren bir anlayışla, yığınlarla iç içe, kırılmaz bir ilişki içinde olmaktır. Marksist-Leninist ideoloji, biçimleri ne olursa olsun, modern revizyonizm ile uzlaşmaz bir çelişki içindedir. Marksizm-Leninizm Dünya Komünist Hareketi ve Komünist Partilerin devrimci eylem rehberidir.

Brejnev’in ölümünden sonra bu anlayışlarla yetişen, burjuvaziden etkilenen, daha çok küçük burjuva kadrolar iktidara geldi. Sovyetler Birliği’nde özellikle 80’li yılların sonlarında Sovyet yönetimiyle Gorbaçov, devlet ve parti yaşamındaki bürokratik ve dogmatik yönetime müdahale etmek, sözde Leninizme dönmek için, modern bir sosyalist toplum hedefiyle sosyalizme yol açacak reformlar konuşulurken, toplumsal mülkiyetteki üretim araçlarının özel mülkiyete aktarılmasıyla, kapıları kapitalizme açmışlar, geri dönüşü olmayan bir yola girmişlerdir. Emperyalizmle çatışmada Sovyetler Birliği, Marksist-Leninist sınıf anlayışına ihanet ederek, yaklaşık 75 yıllık dünyanın ilk sosyalist devletini mafyaya ve vahşi kapitalizme teslim etmişlerdir.

Sovyetler Birliği’nde kapitalizme dönüşle birlikte, SSCB Gorbaçov’la birlikte, Sovyetler Birliği’ne bağlı ülkelerin halklarını kısmen bastırıp, Doğu Avrupa’da ilk ve en başta ABD emperyalizmiyle rekabette dünya egemenliği için çabalayan süper güce dönüştü. Sovyetler Birliği’ndeki proletarya diktatörlüğü deneyimi ile modern revizyonizme karşı savaşta Marksizm- Leninizm’den sapmanın önemi daha iyi anlaşıldı. Sınıf mücadelesi sosyalist toplumun oluşmasıyla durmuyor, aksine sosyalist dönemde ekonomik, politik ve ideolojik mücadele devam ediyor. Çünkü sınıf düşmanının, onun ideolojisinin özellikle parti saflarına sızmasıyla siyasi gücü yeniden ele geçirme tehlikesi vardır. Bu nedenle, proletarya ve müttefikleri, proletaryanın diktatörlüğünü güçlendirmek ve pekiştirmek için Komünist Parti içindeki ve dışındaki revizyonist ve kapitalist eğilimler konusunda sürekli uyanık olmalı ve bunlarla mücadele etmelidir.

Sosyalist dünyanın çöküşü, kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte, hem kapitalist ülkelerdeki, hem de eski sosyalist ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerdeki işçi sınıfı ve komünist partileri, ulusal kurtuluş hareketleri için ağır sonuçlar doğurdu. İşçi hareketi, komünist partileri krize girdiler, sağa savruldular ve eylemsiz kaldılar. Birçoğu sosyal demokrat partilere dönüştü, Komünist Partisi adını taşıyanların çoğu da koyu birer antistalinist, antileninist oldular. Lenin ve Stalin dönemlerindeki, özellikle Stalin dönemindeki sosyalizmin kazanımlarını karaladılar, açık antikomünist, antisovyet kesildiler, burjuvazi tarafından takdirle karşılandılar. Çöküşün bütün suçunu Marksist-Leninist partiye yıkarak, yeni dönemin kendisine Marksist, komünist, ilerici, devrimci diyenlerden oluşan ’’geniş tabanlı’’partiler, yeni sol parti oluşturma dönemi olduğunu ilan ettiler.

Bunlar, Sovyetler Birliği’nin, reel sosyalizmin çökmesinin büyük bir özgürlük olduğunu sandılar, kapitalizmin değiştiğini, hümanistleştiğini iddiaya kalkıştılar, şimdi işçi sınıfının birliğinin daha kolay gerçekleşebileceğini, komünistlerle sosyal demokratların daha kolay birleşebileceğini ileri sürdüler, burjuva demokrasisini mutlaklaştırdılar, illegaliteye bitmez tükenmez günahlar yükleyerek, legalizm batağına saplandılar ve hâlâ debelenmektedirler.  Proleter devrim, işçi sınıfının eseridir. Ancak işçi sınıfının tüm tarihsel deneyimleri, Marksist-Leninist komünist bir parti olmadan, işçi sınıfının burjuvaziye karşı dağınık ve kendiliğinden mücadelesinin koordine edilemeyeceği ve sermayeye, onun devlet gücüne karşı ortak bir saldırıya yol açamayacağını göstermiştir. Marksist-Leninist bir parti olmadan temelde onun önderliği olmadan, sosyalist devrim yapılamaz. Komünist Partisinde proleter politika Marksist-Leninist çizgiyle, burjuva politikası da revizyonist bir çizgi ile temsil edilir ve bu mücadele sınıfsız topluma dek sürer.

Bir yanıt yazın