Haber / Yorum / Bildiri

Fransa’ya meydan okurken suçluluğunu örtmeye çalışan Erdoğan

Mümin TOPRAK

BU günlerde Erdoğan Fransa’ya, Cumhurbaşkanı Macron’a kükrüyor. Açmış ağzını yummuş gözünü, ağzına ne gelirse söylüyor, ver yansın ediyor: “Bu Macron denilen zatın Müslümanlarla derdi nedir? Macron’un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var. İnanç özgürlüğünden anlamayan… bir devlet başkanına başka ne denilebilir? Öncelikle bir akli noktada kontrol,” “Hakikaten kontrolden geçmesi lazım” diyerek ağır hakaretlerde bulunuyor.

Erdoğan’ı bu derece kızdıran olay nedir? Olayın dış görünüşü Charlie Hebdo dergisinde yayınlanan Hz. Muhammed’le ilgili karikatürlerdir. Ama esas neden ise Macron’un Fransa’daki ayrımcı, siyasi, selefist İslam’a ve camilere karşı almayı planladığı önlemlerdir.

Fransa’da İbn Rüşd ve İbn Haldun’un düşünceleri öğretilecek

Macron, dersinde Hz. Muhammed’le ilgili Charlie Hebdo dergisinde yayınlanan karikatürleri öğrencilerine gösterip, bunları fikir özgürlüğü çerçevesinde tartışan öğretmen Samuel Paty’nin Paris’te güpegündüz sokak ortasında cihatçı bir İslamist tarafından başı kesilerek katledilmesinden sonra İslam’la ilgili “sert” bir konuşma yapmış, hükümetin bu olay karşısında tutumunu belirten net açıklamalarda bulunmuştur. Macron konuşmasında, öğretmenin hunharca katledilmesine neden olan bu karikatürlerin gösterilmeye devam edileceğini, bu konuda geri adım atılmayacağını, Cumhuriyetin değerlerinden, demokrasiden, fikir ve basın özgürlüğünden, laiklikten asla vazgeçilmeyeceğini, blasfemi’nin savunulacağını, İslam’ın krizde olduğunu ve Fransa’da “aydınlanmış İslam’a” gerek duyulduğunu belirtmiş, Fransa’nın büyük İslam âlimi ve aydınlanmacısı olan Averroes (İbn Rüşd) ve İbn Haldun’un düşüncelerinin öğretildiği bir ülke olacağını vurgulamıştır. İslam ülkelerinden veya eski Arap sömürgelerinden gelen aydınların da bu tavıra destek verdiği de ayrı bir gerçekliktir.

Tüm dünya bu cihatçı saldırıyı protesto ederken ve Fransa’nın yanında olduğunu açıklarken bu barbarlık karşısında susan İslam devletlerinin başında Türkiye ve onun Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Böylece Erdoğan kendi yerinin siyasi İslam’ın, cihadistlerin, İŞİD’çilerin yanı olduğunu bir kez daha itiraf etmiş oldu.

Macron’un bu açıklamalarından sonra bazı belediye binalarında karikatürler gösterilmeye devam edilmiş, bunlar öğretmen Paty ile dayanışmalarını ifade ermişler, Fransa’nın özgürlükler ülkesi olduğunu belirtmişlerdir. Ama demokrasiye, özgürlüklere düşman olan, bu değerlere savaş açan cihadistler durmamış, kan dökmeye, can almaya devam etmişler, Nice şehrinin kilisesinde üç kişiyi daha bıçakla hunharca öldürmüşlerdir. Fransa’nın başka şehirlerinde de saldırılar gerçekleştirmişlerdir. Görünüşte siyasi İslam cumhuriyet ve demokrasi değerlerine savaş açmıştır. Öğretmen Paty’nin katline susan Türkiye bu kez Dışişleri Bakanlığı’nın bir açıklamasıyla cinayetleri kınamış, ama Erdoğan İslami cihadist katliamları onaylar gibi sessizliğini yine korumuştur. Daha da vahimi Fransa’da yasaklanan Baraka City adlı cihadist, siyasi İslam kuruluşunun lideri İdris Sihamedi’ye siyasi sığınma hakkı verilebileceği açıklanmıştır, Erdoğan ülkeyi cihatçılarla, İŞİD’cilerle dolduruyor, bir uçuruma doğru sürüklüyor.

Katliam mutlak protesto edilmeli, özgürlükler savunulmalıdır

Charlie Hebdo dergisinin karikatürlerine kızan olur seven olur, İslam’a hakaret olarak gören olur, sanat ve ifade özgürlüğü olarak savunan olur, Hz. Muhammed’i alay konusu yapıyor diye protesto eden, İslamcıların ikiyüzlülüğünü sergiliyor diye hoşuna giden olur, protesto edenler dergileri toplayıp yakabilir, hatta yayın evine gidip işgal edebilir. Bunların hepsi olur ve olabilir. Bazıları bunu anlayışla karşılamayıp kızabilir, birçok insan da eylemi yapanlara hak bile verebilir. Zira protesto demokratik bir haktır, en abartılı şekilde kullanılması doğaldır, kimsenin bir diyeceği olamaz. Ama iş barbarlığa, katliama, insan öldürmeye varırsa, kim olursa olsun, bu asla affedilmez, kesinkes karşı çıkılır. Hz. Muhammed değil, Allah’la alay edilse bile Kuran’a göre Allah’ın verdiği canı almaya kimsenin hakkı yoktur, ama bunlar cihad arkasına sığınarak vahşice insan öldürmekten geri kalmıyorlar. Bu nedenle kendine cihadist, selefist, EL-Kaide, İŞİD diyen İslamcıların ister Fransa’da, ister Almanya’da, ister Amerika’da, ister Türkiye’de, dünyanın neresinde olursa olsun İslam adına işledikleri cinayetlere karşı çıkmak bir insanlık görevidir. Hele Erdoğan gibi Müslümanların bu cinayetlere destek verircesine “içten içe gizlice sevinmeleri” karşı gelinmesi gereken bir insanlık suçudur. Buna ek olarak ülke basını ve kamuoyu bu cinayet karşısında susuyorsa, bu o millet için bir yüz karasıdır. Bu Charlie Hebdo karikatürlerinin içeriğinden ve biçiminden bağımsız olarak böyledir.

Charlie Hebdo’ya, genel olarak Fransa, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde kilise ve Kültür kuruluşlarına, sıradan insanlara cihadistlerin, İŞİD’çilerin yaptığı saldırılar siyasi İslam’ın demokrasiye, özgürlüklere, cumhuriyete karşı açtığı bir savaşa dönüşmüştür. Onların hedefi bu değerlerin İslam ülkelerinde, kendi cemaatlerinde yayılmasını, özellikle kadınlar arasında özgür yaşam anlayışının üstün gelmesini önlemek ve Selefist İslami değerlerin özgür ve laik değerlerden daha üstün olduğunu göstermektir. Bunun için Avrupa ile savaşmaktadırlar.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un cihadistlerin bu saldırılarına karşılık vermesi, Charlie Hebdo’yu savunması ve karikatürlerin yayınlanmasına devam edileceğini belirtmesi, karikatürlerin doğru bulunup bulunmamasından bağımsız olarak, cumhuriyetin değerlerinin; demokrasinin, fikir ve ifade özgürlüğünün, laikliğin, blasfeminin ne pahasına olursa olsun sonuna kadar savunulacağını ilan etme gereksinimini duymasıdır. Charlie Hebdo karikatürleri konusunda geri bir adım atmak cihadistlerin, siyasi İslam’ın bir zaferi olacaktır. Buna asla müsaade edilmemeli ve siyasi İslam’la özgürlükleri koruyup savunarak mücadele edilmesi zorunluğunu Fransa’da ve Avrupa’daki Müslümanların da anlaması ve bu gibi karikatürlerin mizah olarak karşılanması gerektiğini görmesi gerekmektedir. Yıllardan beri Avrupa’da yaşayan Müslümanların buna çoktan alışması gerekirdi. Bu olmamışsa bunun suçlusu Avrupa’daki Müslümanları geldikleri ülkenin etkisine bırakan Avrupa hükumetleridir. Macron artık buna son verileceğini, Avrupa’da aydınlanmış bir İslam yaratılacağını, bunun için de aydınlanmacı büyük İslam âlimi Averroes’den (İbn Rüşd’den) hareket edileceğini ilan etmektedir. Bu yaklaşımıyla Macron müslüman aydınlara da aydınlanma konusunda nereden ve nasıl başlayacaklarına bir örnek olmaktadır. Zira Avrupa aydınlanmasının temeli olan 11. ve 12. Yüzyılda İbn Sina (Avicenna), Al Farabi, İbn Rüşd (Averroes) tarafından yaratılan İslam Rönesansı, aydınlanması İmam Gazali tarafından kesilerek İslam alemi bugüne kadar süren bağnazlığın ve yobazlığın içine düşmüştür.    

Karikatür, mizah, İslam ve aydınlanmış Avrupa

Hristiyan Avrupa, dinsel hurafeleri, kutsallığı, yobazlığı ve bağnazlığı yıkıp akla dayalı hareket olan aydınlanmayı 15-16. Yüzyıldan, Rönesans’tan beri yaşarken, bilimde, teknikte, üretimde büyük gelişmeler katederken, İslam âlemi sürekli geri kalmış, aydınlanmayı, aklı reddetmiş, nakli, Kuran ayet ve hadislerini aynen uygulama yolunu seçmiştir. İslam’ın özellikle yaygın olan Sünni Selefi ve Vahabi kanadı (Suudi İslam’ı) inatla bugün bile İslam’da naklin esas olduğunu belirtmekte ve bunu İslam âlemine dayatmaktadır. Şimdiye kadar aklı ve laikliği savunan Türkiye toplumu Erdoğan’la birlikte hızla selefileşmekte ve vahabileşmektedir. El-Kaide, İŞİD gibi cihadist ve terörist örgütlerin dayanağı bu nakle dayanan Sünni Selefist Vahabist İslam’dır. Bu örgütlerin hâlâ daha Türkiye ve Suudi Arabistan ve diğer Sünni İslam devletleri tarafından desteklenmesi boşuna değildir Cihat, şiddet, katliam Hz. Muhammed döneminden beri Selefist Sünni İslam’ın özelliğidir. El-Kaide ve İŞİD bu geleneğin doğal sonucu ve savunucusudur. Erdoğan’ın dindar ve kindar bir nesil yetiştirme, taraf olamayanı bertaraf etme, Reise, Hükümrana biat etmeyeni tepeleme, kendisine yazar diyen Noyan’ın temizleyeceği 50 kişilik listesinin hazır olduğuna dair açıklama, Suudi Devletinin İstanbul Konsolosluğunda Kaşıkçı’nın hunharca parçalanıp katledilmesi El-Kaide ve İŞİD eylemlerinden farklı değildir. Bunlar aynı Sünni Selefist Vahabist İslam anlayıştır.

İslam’ın hâlâ özünde, Kuran’da olan cihat, şiddet, öldürme ve katletme, itaat ve biat olgularıyla hesaplaşmış, bunları orta çağ anlayışı olarak tarihin çöplüğüne atmış değildir. Tam tersine bunlara sarılmakta, “hurafeleri” kutsal saymakta, “kutsallarını” eleştirenlere karşı savaş açmaktadır. Erdoğan’ın İŞİD’çileri koruması, onları Suriye’de, Rojova’da, Libya’da, Azarbaycan’da lejyoner olarak kullanması Sünni İslam’a uygundur. Onlar ancak bu katliama dayalı İslam’la iktidarda kalabilmekteler ve bu nedenle de aydınlanmaya karşı çıkmaktadırlar. Hz. Muhammed’in hayatı, Kuran ayetleri gibi yarattıkları bazı kutsallara, tabulara fanatik şekilde sarılmaktalar, bunları eleştirenlerin katlini vacip görmekteler. Bunu Şeytan Ayetleri ile Salman Rüşdi yaşadı. Şimdi de Hz. Muhammet karikatürleriyle Charlie Hebdo ve Fransa yaşamaktadır. Her dinde ve onların kitaplarında, Hristiyanlıkta da şiddeti kutsayan ayetler, sözler vardır. Ama aydınlanmayla bu görüşler aşılmıştır. İslam’da ise hâlâ bu görüşler egemendir.  

Avrupa aydınlarının karikatürlerle cihadistlerle mücadelesi doğru değildir

Aydınlanmayı yaşamış bir Hristiyan Avrupa için kendi dini ve kutsallarıyla alay etmesi, bunları mizah konusu yapması normal, en azından fikir ve ifade özgürlüğü çerçevesinde kabul edilir görülmektedir. Mesela İsa’nın Allah’ın oğlu olup olmadığı, anası Meryem’in bir fahişe mi, yoksa bir azize mi olup olmadığı rahatlıkla tartışılabilmektedir. Hatta Hristiyan kadınlar İsa’yı doğuran Meryem’in hâlâ saygın bakire bir kadın olarak tanıtılmasını kadınlığa bir hakaret saymaktalar ve kiliseyi bu konuda alaya almaktadırlar. Bunlar resimde, filmde konu edilmekte, çoğu kez mizahi bir anlayışla işlenmektedir. Avrupa kamuoyu bunları kaldırabilmekte, sanat ve ifade özgürlüğü temelinde değerlendirmektedir.

Kendi dinindeki hurafeleri, kutsallıkları tartışan Avrupa aydınının başka dinlerde kutsal sayılan hurafeleri aynı şekilde ele alması, onlarla uğraşması, onları alay ve mizah konusu yapmasının ne derece doğru olduğu sorusu burada akla gelmektedir. Hele Avrupa aydınının kendisinde böyle bir hakkı görmesi ve bunu nereden aldığı ayrıca sorgulanmalıdır. Sanat ve ifade özgürlüğünden hareketle çizilen bu karikatürlerin İslam’da aydınlanmaya katkı yaptıklarını, İslam’da ayyuka çıkmış iki yüzlülükle, çifte moralle mücadele ettiklerini mi sanıyorlar? Gerçekten karikatürlerin birçoğu “zevksiz”, “hakaretvari”, “Müslümanlığı alay konusu yapıyor” diye eleştirilse ve karşı çıkılsa da, içinde Müslümanların yaşamındaki ikiyüzlülüğü, çifte morali ifade eden güzel karikatürler de var. Bu güzel karikatürlerden bir tanesi Charlie Hebdo’daki Erdoğan’la ilgili son karikatürdür. Bu karikatür Erdoğan’ın şahsında dindar kesilenlerin, kafasında takke, başında örtü tarikatlarda, vakıflarda, camilerde, Kuran kurslarında dolaşanların yaptıkları rezilliklerin, tecavüzlerin, ırz düşkünlerinin en iyi biçimde resme, mizaha dökülmüş ifadesidir. Buna rağmen İslam’ı reforme etme, tabularını yıkma, demokratikleştirme ve aydınlatma adına harekete geçme, yapılan iyi veya kötü karikatür ve diğer sanat eserleriyle İslam’la mücadele etme, bunu bir nevi zorla İslam’a dayatmaya kalkma doğru bir yol değildir. Bu her şeyden evvel İslam aydınlarının işidir. Onlar bunu “beceremiyorsa” onlarla bunun nasıl başarılabileceğini tartışmak gerekir. Onlara bir “başöğretmen” edasıyla nasıl yapacaklarını dikte etmek, kendi yöntemlerini, evrensel insan hak ve özgürlüklerini kabul etmekten başka çare olmadığını dayatmak, onları halktan kopmuş elitler haline getirmek, yukarıdan siyasi İslam’la ve selefistlikle mücadeleye çağırmak bu ülkelerin gerçekliği ile taban tabana zıd yaklaşımlardır. Bu yaklaşımın başarıya ulaşamayacağını aklı savunan Hanefi İslamın ve Aleviliğin, laik anlayışın oldukça gelişkin olduğu Türkiye deneyidir. Türk aydını İslam’ı reforme etmek, aydınlatmak için batıyı taklit etti, evrensel değerleri halka dayatmaya kalktı, ama bu geri tepti. Bunun da nedeni emperyalist politikalardır, İslam ülkelerinin kapitalist sömürü ve yağma altında kalkınamamaları, gelişememeleri, gerici, klerikal, otoriter, faşizan diktatörlerden kurtulamamasıdır. Avrupa aydınının önce bu gerçekle yüzleşmesi ve İslam ülkelerinde toplumun konserve edilmesinde kendi ülkelerinin sorumluluğunu görmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Carlie Hebdo anlayışıyla hareket faydadan çok zarar getirir.

Siyasi, selefist İslamı yaratan emperyalizmdir

İslam ülkelerinde alttan gelen bir aydınlanma hareketinin başlayabilmesi için bu ülkelerin önce ekonomik olarak kalkınması, toplumsal olarak gelişmesi, kapitalist-burjuva ilişkilerin, aklın bir yere kadar üstün gelmesi gerekmektedir. Türkiye dâhil İslam ülkeleri kapitalist gelişmeyi yakalayamadılar. Bunun bir nedeni Selefist Sünni İslam’ı savunan feodal Osmanlı yapısı ise, diğeri emperyalist ülkelerin bu ülkeleri sömürmeleri, başta petrol olmak üzere yeraltı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını talan etmeleri, Sovyetler Birliğine karşı antikomünist üstler olarak kullanmalarıdır. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. 70’li yıllarda ABD Sovyetler Birliğini güneyden sarmak için geliştirdiği “Yeşil Kuşak” projesine Türkiye dâhil hemen hemen tüm İslam ülkelerini katmıştır. Bu projenin İslam’a dayalı katıksız bir antikomünist proje olması için bu ülkelerde akla değil nakle dayanan Selefist-Sünni İslam desteklendi ve yayılması için çalışıldı. İslam ülkelerinde darbeler yapıldı, Sünni-Selefist otoriter, faşizan güçler iktidara getirildi, Arap ülkelerinde krallıklar ve emirlikler desteklendi. Bu ülkeler ABD’nin “yaşamsal çıkar alanları” olarak ilan edildi. Her türlü ilerici demokrat hareket anında boğuldu.

“Yeşil Kuşak” projesiyle Türkiye’de Türk-İslam sentezciler, Afganistan’da Taliban ve El-Kaideciler bu dönemde ABD’nin CİA’sı tarafından eğitildi, yetiştirildi, Afganistan’a yardıma gelen Sovyetlere karşı kullanıldı. Sovyetler dağılırken ABD Irak’a girdi, Irak’ı paramparça etti, Cihadistlerin şimşeklerini üstüne çekti. Sovyetler dağıldıktan sonra kendi başına terk edilen bu cihadistler başta İkiz Kuleler olmak Batıyı, ABD ve Avrupa’yı vurmaya başladılar. Bundan sonraki dünya savaşının İslam’la Hristiyanlık arasında kültürler savaşı olacağı tezi yaygınlaştırıldı. Bu gelişmelerden ders çıkarılmamışçasına, ABD Erdoğan aracılığı ile dünyadaki neredeyse tüm cihadistleri toplayarak 2011 senesinde başlayan Suriye savaşına müdahil oldu. Bu cihadistlerin başına buyruk olmalarıyla İŞİD ve diğer cihadist grupları ortaya çıkardı. Kontrolden çıkan bu gruplar Batıya, ABD ve Avrupa’ya saldırmaya başladılar. Taliban’ı, El-Kaide’yi, İŞİD’i ve diğer cihadist terörist yuvalarını yaratan, yıllarca onları eğiten, yetiştiren, destekleyen ABD ve Avrupa emperyalizmi olmuştur. Suriye savaşının neden başladığı hâlâ tartışma konusudur. Bu savaşı başlatan, insanların evlerini başlarına yıkıp göç etmelerine, Avrupa yolunu tutmalarına neden olan Suriye’de Batının başlattığı savaştır. Yaşanan sefaletler aşırı siyasi İslam’ı güçlendirdi, birçoğunu fanatikleştirdi, bir dönem Batının yaygınlaştırdığı Selefist İslam gereği bu kez komünizme karşı değil Allah adına demokrasiye, özgürlüklere, batı değerlerine karşı cihat açtılar, savaş ilan ettiler.

Bugün hâlâ Suudi Arabistan’dan Türkiye’de Erdoğan’a kadar İslam ülkelerindeki tüm krallar ve diktatörler ABD’nin, Avrupa’nım desteği ile ayakta kalmaktalar, onların yardımıyla kendi toplumlarına Sünni-Selefistliği dayatmaktadırlar. Halklarına karşı kullandıkları silahlar ABD’den ve Batı’dan gelmektedir. İslam ülkelerinde aydınlanmacı bir İslam yaratmak Charlie Hebdo’da karikatür yayınlamakla olmaz. Önce bu ülkelerdeki krallıklara ve diktatörlere verilen desteğin çekilmesi, onları ayakta tutan Batının silah satışlarına son verilmesi ve bu ülkelerin kalkınmalarını ön gören karşılıklı yardıma dayalı projeler geliştirilmesi gündeme alınmalıdır. Bunlar yapılmadan aydınlanmacı İslam’a adım atılamaz, cihadistlerin önü alınamaz, onlarla girişilen savaş kazanılamaz. Savaşın önce Batıda, ABD ve Avrupa’da emperyalist politikalara karşı verilmesi gerekmektedir. Bu yapılmadan Macron’un veya Merkel’in bir aydınlanmış Avrupa İslam’ı yaratma çabaları da başarısızlığa mahkûm olacağı açıktır.

Fransa’daki, Avrupa’daki cihadistlerle savaş şarttır

Genel olarak cihadistlere karşı savaşı başarmak zor olsa da, Avrupa’ya yerleşmiş olan Müslümanlar arasında yayılmaya ve güç kazanmaya başlayan cihatçı, Selefist hareketlerle mücadele kaçınılmazdır. Macron’un Fransa’da “yeraltında” içten içe hızla yayılan siyasi İslam’ın, selefistlerin camilerde ve dini dernek ve kuruluşlarda etkinlik kazandığını, Cumhuriyetin değerlerini ve yasalarını ciddiye almadıklarını, kendi yasalarını oluşturduklarını, “ayrımcı” paralel toplum yarattıklarını belirtmesi, buna ise asla izin verilmeyeceğini, bunlarla mücadele edileceğini vurgulaması, Kuran kurs ve okullarının kapanacağını, dışarıdan hoca-imam getirilmesinin yasaklanacağını, Fransa’da yetişmiş imamların camilerde görevlendirileceğini açıklaması, barışçıl İslami kuruluşlarla işbirliği yapılacağını ve onların destekleneceğini bildirmesi bu mücadelede önemli adımlardır. Bunlar başarı vadeden girişimlerdir.    

Macron’un bu açıklamalarının, siyası İslam’ı savunan, dünyada cihatçı islamistleri destekleyen ve İslam aleminin en azından bir kesiminin lideri olmak isteyen, Avrupa’daki Müslümanları önemli bir hinterlandı olarak gören Erdoğan’ın hoşuna gitmediği, hatta onu can evinden vurduğu doğrudur. Çünkü Avrupa’daki İslam diasporası Erdoğan’ın yalnız Türkiye’de değil bölgede ve dünyadaki yayılma ve liderlik hedefinde önemli bir yer tutar. Onun için Avrupa’daki Müslümanlar hem mali kaynak, hem kadro kaynağı, hem ideolojik çalışma alanı, hem de politik olarak Avrupa hükümetlerine karşı tehdit olarak kullandığı bir güruh, bir yığın, bir baskı aracıdır. Macron hem 2 Ekim’de hem öğretmen Paty’nin cenaze merasiminde yaptığı konuşmayla artık Fransa’da siyasi İslam’ın, dolayısıyla Erdoğan’ın kaynaklarının kurutulacağını ilan ediyordu. Macron’un bu yaptığı yeni bir şey değildi. Bunu Merkel daha 10 sene önce yapmaya ve Erdoğan’ın Almanya’daki mali, ideolojik ve politik faaliyetlerini durdurmaya başlamıştı. 

Avrupa Müslümanları Erdoğan’ın mali, politik-ideolojik, kadro kaynaklarıdır

Başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde camilerde ve cemaatlerde, derneklerde toplanan bağış ve yardımların AKP ve Erdoğan için büyük bir mali kaynak oluşturduğu herkesin bildiği bir sırdır. Yalnız 2008 senesinde Almanya’daki “Deniz Feneri e.V.” derneği üzerinden AKP’ye ve Erdoğan’a milyonlarca Euro toplanan bağışlardan aktarıldığı mahkemelerde sonuçlanmış bir gerçektir. Bu olay o zaman Türkiye ile Almanya arasında büyük krizlere yol açmıştır. Alman savcılığının tespit edebildiği kadarıyla toplanan 41,5 milyon bağıştan 19 milyon Euro’su kaybolmuş, buharlaşmıştır. Basındaki tartışmalara göre AKP’nin dolaylı hesaplarına akmıştır. Bu akış durmamıştır. Değişik yollardan bugüne kadar devam etmiş ve etmektedir. Erdoğan Macron’a yüklenirken Merkel’e de yüklenmeyi ihmal etmemiş, yine Almanları “faşistlikle” suçlamıştır. Bu saldırının nedeni Alman polisinin Berlin’deki Mevlana Camii’ne düzenlediği baskın ve aramaydı. Erdoğan bu baskının Müslümanlara karşı bir saldırı olarak göstermeye kalkmakta ve “faşistlikle” nitelemekteydi. Oysa baskının nedeni yolsuzluktu, Korona nedeniyle devletten alınan yardımların suistimal edilmesiydi. Şüphesiz polisin baskını ölçüsüzdü, gözdağı verici ve islamofobi izler taşıyordu. Ama Avrupa’daki camilerin yardımları ve bağışları da sürekli suistimal ettiği, yolsuzluk yaptığı ve paraları Türkiye’ye aktardığı da bir başka gerçektir. Erdoğan bu muslukların kurumaması için Almanlara saldırıyor. Ne demeli? Eskilerin deyimiyle “Şecâ’at arz ederken merd-i Erdoğan kendini ele veriyor.”

İdeolojik ve politik olarak Erdoğan geçmişte her Almanya veya Avrupa gezisinde stadyumları doldurup, gövde gösterisi yapıp insanlara Türklüğünü ve Müslümanlığını unutmaması gerektiğini, selefi-vahabi değerlere sahip çıkmasını öğütlüyordu. Onları Hristiyan, akla dayalı aydınlanmacı değerlere, demokrasiye, Avrupa insan hak ve özgürlük anlayışına karşı gelmeye hazırlıyordu. Topluma uyumdan bahsediyor, ama entegrasyonu önleyecek ne varsa onların propagandasını yapıyordu. Bunun üzerine Alman hükümeti, Şansölye Merkel Erdoğan’ın böyle toplantılar, hele seçim mitingleri yapmasını yasakladı. Almanya’da aydınlanma değerlerini kabul eden bir Müslüman diasporası oluşturma yoluna girdi ve bunun ilk adımı olarak cami imamlarını Almanya’da İslam Bilimi okuyanlar arasından atamaya başladı. Macron’un şu an söylediklerini Almanlar 10 yıldan beri yapmaya çalışıyorlar. Başarılı olup olamayacakları başka bir sorun.  

“Kadro” olarak Almanya’da, Fransa’da, tüm Avrupa’da yetişen cihadistler Erdoğan’ın, AKP’nin önemli bir kadro kaynağıdır. Suriye savaşında bu açık olarak ortaya çıktı. Avrupa’dan ve dünyadan Türkiye üzerinden Suriye’ye, İŞİD’e giden cihadçıların sayısını, denebilir ki, Türkiye’den, yani Erdoğan’dan başka bir bilen yoktur. Suriye savaşı başladığında Türkiye bu cihadist teröristlerin toplanma ve Suriye’ye aktarma alanına dönüşmüştü. Erdoğan bunları önce Esad’a karşı kullanacak, Esad’ı devirecek, Şam’da Emevi Camii’nde Cuma namazı kılacak, sonrada bu canileri Kürtlerin üzerine sürecekti. Esad’ı deviremedi, ama bu canileri Kürtlerin üstüne sürdü. Kürtler ise bu canilerin üstesinden geldi, onları yendi. Bu Erdoğan’ın yenilgisiydi. Erdoğan bu yenilgiyi kabullenemedi. Bu canilerden bir kısmı Avrupa’nın da Türkiye’nin de başına bela oldular, katliamlar düzenlediler. Bir kısmını da Erdoğan paralı asker olarak İdlib’de, Rojova’da, Libya’da, Azerbaycan’da kullanmaktadır.

Şimdi tüm Avrupa, Macron ve Merkel aldığı kararlarla Erdoğan’ın bu kaynaklarını kurutmakta, siyasi İslam’ı kendilerine karşı bir tehdit olmaktan çıkartmaya çalışmaktadırlar. Geçmişte ülkelerindeki Müslüman ahalinin dini gereksinimlerinin karşılanmasını insanların geldikleri ülkelerdeki hükümetlere bırakan Avrupa bir hata yapıldığını gördü ve bir politik değişiklik yaparak, artık çoğu kendi vatandaşı da olan bu Müslüman azınlığın dini gereksinimlerini Avrupa ülkelerinin kendi hükümetlerinin karşılaması yönüne gitmeye, onları geldikleri ülkeye bağımlılıktan kurtarmak için adımlar atmaya başladılar. Erdoğan’ın Macron’a karşı kükremesinin önemli bir nedeni Macron’un bu adımları bir program, bir yasa haline getirmesi ve Avrupa’da bu işin başını çekmeye başlamasıdır. Macron’un 2 Ekim tarihli konuşması yapılacak yasanın ana hatlarını oluşturmaktadır.

İslamofobi

Avrupa devletleri bu adımları atarken ülkelerinde eskiden beri var olan bir İslam düşmanlığı akımı, islamofobi yükselişe geçmiştir. Bunda önde gelen birçok politikacıların yaptığı İslam karşıtı açıklamalar, Sarrazin gibilerinin yazdığı kitaplar da İslam düşmanlığını körüklemiştir. Avrupa toplumlarının yabancıları dışlaması, buna karşı tepki gösteren genç nesillerin kendilerine yeni bir kimlik ararken Türk ve Arap milliyetçiliğinin, Erdoğan’ın tuzağına düşmesi bunları hem radikalleştirmiş, hem Batı toplumuna tepkili duruma getirmiştir. Bunlardan bir kısmı selefist-vahabi islama ve camilere sığınarak, oralarda radikalleşerek, toplumdaki demokratik değerleri reddederek, İŞİD gibi siyasi İslam gruplarının ağına düşerek, radikalleşmeleri, Avrupa’da suikastlar, katliamlar düzenleyecek duruma gelmeleri, toplumdaki sağcı, gerici, neonazi faşist güçlerin ve partilerin işine yaramaya başlamıştır.

Bu sağcı ve neofaşist güçler yabancı ve İslam düşmanlığına sarılarak toplumdaki tüm kötülüklerin, kriminalliğin, işsizliğin ve yoksulluğun nedeninin ve sorumlusunun Türk ve Arapların, Müslümanların olduğunu yayarak kendilerine sosyal yığın tabanı sağlamaktadırlar. Gerçeğin böylesine ters yüz edilmesi, her şeyin sorumlusunun Müslüman yabancılar olduğu çarpıtması tekellerin ve egemen güçlerin de işine gelmektedir. Bu nedenle sağ partiler ve neonaziler her taraftan destek görmekte ve hızla güçlenmektedir. Oysa Avrupa’da artan işsizliğin, yoksulluğun, yabancı Müslüman düşmanlığının esas nedeni tekelci kapitalizmdir. Almanya, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde hızla tekelleşen kapitalizm sonucu artan büyük işsiz yığınlara, eriyen, mali ve sosyal olanaklarını kaybedip yoksullaşan, deklasse olan, orta katmanlara kucak açacak, içine alacak, onları kapsayacak, onlara içine düştükleri sosyal durumun sorumlusunun büyük tekelci burjuva sınıfı olduğunu anlatacak, onlar saflarına kazanacak kuvvetli devrimci bir güç, bir parti yok. Bunu yapacak komünist partileri çok zayıf. Ortada kalan bu yığınlar kolayca yabancı-Müslüman düşmanlığı yapan bu sağ partilerin ve neofaşist güçlerin ağına düşmektedir. Sonunda bunlar düşman olarak, içine düştükleri sefaletin sorumlusu olarak tekelci burjuvaziyi değil, yabancıları ve Müslümanlığı görmektedirler. Tekelci kapitalizmin krizi arttıkça toplumda yabancı düşmanlığı ve islamofobi geniş yığınları uyutmakta, onların kapitale yönelebilecek öfkesini yabancılara ve Müslümanlara yöneltmekte para etmektedir. Burada da sağ ve neofaşist güçler rollerini çok iyi oynamaktadırlar. Selefist–vahabist siyasi İslam, İŞİD’çiler yaptıkları eylemler, özellikle şiddet eylemleriyle toplumda islamofobiyi güçlendirmekte, sağcı partilerin, neofaşist güçlerin ekmeğine yağ sürmekte ve onların Müslümanlara saldırısını arttırmaktadır. Tekelci burjuvazinin işine yaradığı sürece bu saldırı sarmalı maalesef işleyecektir.

Toplumda artan yabancı düşmanlığı ve İslamofobi’yi Erdoğan ve cihadistler çok iyi kullanmakta, kendi faşistliklerini unutup Avrupalılara faşist diye saldırmakta, genç nesil Müslümanları saflarına çekebilmektedirler. Böylece bunların topluma entegre olmasını engellemekteler ve onları selefist ideolojiye kanabilmektedirler. Hem Macron’un, hem Merkel’in yeniden topluma kazanabilmeleri için sağcı ve neofaşist partilere karşı kesin tavır koymaları, aydınlanmış İslam’ın Avrupa toplumlarının bir parçası olduğunu belirten mesajlar vermesi gerekmektedir. Selefist-cihadist gruplarla mücadele yetmez, neofaşist sağcı güçlerle de mücadele gerekmektedir. Cihadistlerin ve Erdoğan’ın Avrupa’daki girişimlerine ancak böyle set çekilebilir.

Erdoğan kendine cephe alan yığınları kazanmak için Macron’a saldırıyor

Erdoğan’ın Macron’a bu derece saldırmasının bir başka nedeni de Fransa’nın Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de Erdoğan’ın karşısına çıkması ve onun Yeni Osmanlıcı yayılma politikalarına gem vurmasıdır. Erdoğan bunu hazmedemiyor. Fransa’da güçlü emperyalist bir ülkedir, Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğu’da emperyalist çıkarlar peşindedir. Erdoğan Fransa’nın bu çıkarlarına “taş koymakta” ve orta büyüklükteki kendi emperyal gücüne bakarak bölgeden çoğu kez haksız olarak pay almaya kalkmaktadır. Emperyalist ülkeler arasındaki paylaşım genellikle savaşlara yol açar. Erdoğan savaşa hazırız mesajları vererek özellikle Doğu Akdeniz’de gerilimi arttırmakta, gemileri seferber etmektedir. Oysa bütün sorunların karşılıklı konuşarak çözmek mümkün. Ama Erdoğan barış ve görüşme yolunu seçmekten çok savaş ve gerilim yolunu seçmesi iç kamuoyuna yönelik bir harekettir. O Yunanistan’a, Fransa’ya, Almanya’ya meydan okur gözükerek ülke içinde hamaseti, milliyetçiliği kabartarak, halkın dikkatlerini iç sorunlardan dış sorunlara çekmeye çalışmaktadır.

Erdoğan’ın Macron’a bu derece çatmasının esas nedeni de zaten halkın dikkatini iç sorunlardan, ekonomik sorunlardan, korona salgınından, geçim sıkıntısından, işsizlikten, artan dolardan dış sorunlara çekmek, halka dertlerini unutturmaktır. Artık hamaset dolu, bayrak, ezan gibi milli ve dini duyguları sömürerek atılan nutuklara halk tok! Halk çoktan AKP’ye sırtını dönmeye başladı. Yalnız AKP’nin değil Erdoğan’ın kendi oy tabanı da erimektedir. Dolar 9, Euro 10 liraya yaklaştı, hazine tamtakır, dış borçlar artıyor, pahalılık, enflasyon cep yakıyor, işsizlik çığ gibi büyüyor, korona pandemisi insanları öldürüyor. Bu koşullarda Erdoğan iktidarda kalabilmenin çaresini iç ve dış düşman yaratarak, sürekli savaş ve gerilim çıkartmakta görmektedir. İç düşman Kürtler ve demokratik güçlerdir, dış düşman Avrupa’dır. Ekonomiyi bozan, doları arttıran Türkiye’nin gelişmesini istemeyen bu dış güçlerdir 

Ama halk artık bu dış düşman aldatmacasını görmeye başladı. Halkın görmek istemediği bir iç düşmanın olmadığıdır. Türk kesiminde hâlâ Kürtlere karşı büyük bir güvensizlik, olmayan bölünme korkusu var. Halkımızdaki bu ön yargıyı yenmek sol, demokratik ve devrimci güçlerin önündeki en büyük görevdir. Kürt halkının ayrılma dâhil kendi kaderini belirleme hakkı olduğunun, ulusal ve demokratik haklara, bir statüye sahip olmak istemesinin ayrılmak olmadığı, birlikte yaşamın ancak eşitlik, özgürlük ve özerklik temelinde demokratik bir cumhuriyette mümkün olacağını Türk halkına anlatmalıyız, onu Kürtlerle birlik olmaya ikna etmeliyiz. Bu tabanda başarılmadan üstte demokratik bir cephe oluşmaz ve Erdoğan devrilmez. Tüm ekonomik sıkıntılara rağmen iktidarını sürdürür. Yunanlara, Fransızlara, Almanlara saldırması da işin tuzu biberi olur. Türk ve Kürt birliği olmadan Erdoğan’dan kurtuluş yoktur. Erdoğan’la mücadelede bunun çok iyi bilinmesi gerekmektedir.

Bir yanıt yazın