Haber / Yorum / Bildiri

“Ey Erdoğan! Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür!”

Erol Bora

İNSANLARIN ve toplumların içinde bulunduğu durumu genelleştiren, en çarpıcı şekilde anlatan, gidişat için yol gösterici veciz sözler edenler genellikle filozoflardır. Onlar bu saptamalara, yargılara insanların toplumsal üretim sürecinde birbirleriyle kurdukları ilişkilere, küçük bir azınlığın toplumun çoğunluğu üzerinde oluşturduğu tahakküme, yığınların sömürü ve baskıya karşı, özgürlük, demokrasi ve barış için verdileri mücadeleye bakarak, onları inceleyerek yaptıkları genel tespitler ve tezlerdir. Bunlar çoğu kez soyutlamalardır, teorik düzeyi yüksek saptamalardır. Örneğin Marks ve Engels’in “Bütün ülkelerin proleterleri, birleşiniz!” sözü de böylesine derin deney ve analizler sonunda vardıkları bir saptamadır. Kapitalizm koşullarında bütün ülkelerin proleterleri birleşmeden kapitalist sömürü ve baskıdan kurtuluş yoktur. Emperyalizm çağında da işçilerin ezilen halklarla birliği olmadan kurtuluşun olamayacağı ortaya çıkmıştır. Bunun belgisi de “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları, birleşin” olmuştur.

Böylesine “büyük” veciz sözleri her zaman filozoflar söylemiyor. Çoğu kez de bulundukları toplumsal ilişkiler içinde sömürüyü ve baskıyı ve onun acısını iliklerine kadar duyan, açlık ve yoklukla kendi yaşamında her an karşı karşıya kalan insanlar da söylemektedirler. İşçi ve emekçiler verdikleri mücadelelerde, yaptıkları protesto eylemlerinde öyle belgiler ortaya çıkarırlar ki, bunlar onların içinde bulunduğu durumu en iyi anlatan sözlerdir. Ülkemizde 60’lı yıllarda dillendirilen “köylüye toprak, herkese iş” veya Ecevit CHP’sinin dillendirdiği “toprak işleyenin, su kullananın” sözleri, 70’li yıllarda “tam bağımsız ve demokratik Türkiye”, “faşizme geçit yok” belgileri, 80’li yıllarda 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı “direnmek yaşamaktır” belgileri o dönemlerde işçi ve emekçi halkımızın, devrimci ve sosyalist gençliğin, Kürt devrimcilerinin içinde bulunduğu durumu ve mücadele hedeflerini en iyi ifade eden sözlerdi.

Bir TIR şoförünün sözü

Korona virüsünün ölüm saçtığı günümüzde virüsle halkımızı karşı karşıya bırakan Erdoğan’ın faşizan rejimine karşı işçi ve emekçi halkımızın çektiği çileyi en iyi anlatan sözlerden birini Hataylı bir TIR şoförü söylemiştir. Bir filozof değildir, bir şofördür, ama içinde yaşadığı koşullar ona öyle bir söz söyletti ki, birçok aydın dilini yuttu: “Ey Erdoğan, Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür!”

Denebilir ki, günümüzde Erdoğan’ın ölüm saçan korona virüsü ile karşı karşıya bıraktığı halkımızın çektiği çileyi en iyi ile dile getiren, anlatan Hataylı TIR şoförünün bu sözü olmuştur. Şoför, “Ey Erdoğan! Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür!” diyerek halkımız için esas tehlikenin ölüm saçan virüs değil, Erdoğan’ın kurduğu faşist talan ve yağma düzeni olduğunu en anlamlı şekilde ifade etmiştir. Korona salgını ile mücadelede sorumluluğu halka, işçi ve emekçilere: “Evde kal, sokağa çıkma, işe, çalışmaya gitme, kendi OHAL’ini kendin ilan et” diye yıkan, yükleyen, ama vatandaşın ne yiyip içeceğini düşünmek istemeyen Erdoğan’a, “Emekli, memur, zengin değilim. İşçiyim. TIR şoförüyüm. Çalışmasam ekmek yok” diyerek kendi durumunu en bariz şekilde belirten TIR şoförü sonra şu genel tespiti yapıyor: “Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür.”  Evet, bizi öldüren bu düzendir.

Korona virüsünün öldürücü olduğunu ve insanları cayır cayır öldürdüğünü şoför bilmez mi? Hem de çok iyi bilir. Yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada her gün binlerce insan ölüyor. Gazetelerde yazılan, radyo, televizyon, sosyal medyada sabahtan gece yarılarına kadar konuşulan tek konu korona virüsünün ne kadar tehlikeli, öldürücü olduğu haberleridir, ölü ve vaka sayılarıdır. Buna rağmen öldürücü olan virüs değil, düzendir, sosyoekonomik düzendir, yani azami kâr için her türlü cinayeti işlemeye hazır kapitalist, küresel neoliberal kapitalist düzendir. Yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada: İtalya’da, İspanya’da, Fransa’da, Almanya’da, ABD’de insanları öldüren virüs değil bu neoliberal kapitalist düzendir. Virüsü yaratan da, gelen salgını göre göre önlem almayan da, yıllardan beri sağlık ve diğer kamu hizmetlerini özelleştiren, kâr için insanı harcayan da bu neoliberal kapitalist düzendir. Triaj ve sürü bağışıklığı yöntemleriyle insanları acımasız bir şekilde ölüme terk eden, tedbir adına özgürlükleri kısıtlayan, her gün daha çok otoriterleşen bu düzendir.

Türkiye’de Erdoğan rejimi bu düzenin içindedir, onun bir parçasıdır, ama onun keyfi, en baskıcı, en barbar, en saldırgan, en faşist, en talancı ve yağmacı, en vurdumduymaz olanıdır. Gelen virüsü sokağa salan, halkın içinde yayılmasını sağlayan Erdoğan’ın kendisidir. Virüs “geliyorum” derken önlem almadı. Avrupa’dan, Asya’dan Umre’den gelenler kontrol edilmeden, karantinaya alınmadan halkın arasına salıverildi. Camilerde toplu namaz kılma, toplantılar, gösteriler hemen yasaklanmadı. Virüs çığ gibi yayıldı. Öldürmeye başladı. Üretimimiz, ihracatımız durmasın diye önlem alınmadı, her koşul ve şartta üretim devam edecek dendi. İnsanlar bile bile ölüme sürüldü. Öldüren virüs değil, Erdoğan’ın düzeniydi. Derme çatma alınan önlemler ise ekonominin ve sosyal yaşamın altüst olmasını daha da hızlandırdı. İşten atılmalar, iflaslar baş gösterdi.

İşçiler virüsün kucağına atılıyor

Tüm Avrupa ve Amerika’da hükümetler salgının yol açtığı ekonomik ve sosyal kriz karşısında şirketlerin kurtarılmasını ön gören milyarlık paketlerin yanı sıra, işinden olan işçileri, dükkânını kapatmak zorunda kalan esnafı kollayan mali paketler hazırlarken, Erdoğan’ın hazırladığı “kalkan paketi”nde patronlar için 100 milyar, emekliler için “bir şişe kolonya” vaat edilirken, işçiye ve esnafa “tek kuruş” ön görülmedi. Çünkü bu düzende öldürücü korona virüsüne rağmen işçilerin çalışması, kapitale kapital katması gerekiyordu. Ölürse de sorumlusu hazırdı: korona virüsü.

Virüs salgınını önlemek için tüm ülkenin en az iki haftalık karantinaya gereksinimi varken, Erdoğan düzeninde önce 65 yaş üstüne, sonrada 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirildi. “20 yaşla 65 yaş arası”, yani çalışan nüfus, işçi ve emekçiler sokakta, yani “fabrika ve iş yerlerinde olacak, çalışacak” dendi. Ama sokakta Azrail gibi görülmeden dolaşan biri daha var: korona virüsü. İşe gitmek için sokağa çıkanları öldürüyor, sokağa çıkmazsan, evde kalırsan öldüremiyor. Erdoğan da, “sokağa çıkacaksın, çalışacaksın, yani ölüme gideceksin” diyor. O göz göre göre işçileri, emekçileri virüsün kucağına atıyor. Öldüren virüs mü? Hayır, Erdoğan’ın düzeni, kapitalist düzen. Bu düzen öyle bir düzen ki, sahtekâr, ikiyüzlüdür, birden insancıl gözükür: 20 yaş altındakiler çocuktur, dışarı çıkıp ölmesin der. Ama 20 yaş altında çakışan 1,5 milyon çocuğun işçi olduğu ortaya çıkınca, yasak onlar için hemen kalkar. Sokağa çıksın, çalışsın der. Öldüren virüs değil, ey Erdoğan, senin bu düzenindir.

İşçiler Erdoğan’dan yardım, sadaka değil, hakları olan İşsizlik Sigortası’ndan aylık istiyor

Düzen kapitalist düzen, ama salgın onu da vuruyor. Ticaret durdu, ihracat durdu, üretim düştü veya durdu. Birçok işyeri işçi çıkartmaya başladı veya kısa çalışmaya geçti. İşten çıkmak demek aç kalmak, ölüme terk edilmek demek. Öldürten yine düzen, virüs değil. İşsizlik Sigorta Fonundan işsizlik parası veya kısa çalışma ödeneği almak deveye hendek hoplatmaktan daha zor. İşsizlik Sigortası Fonundan para bağlanması için incelemeler Haziran’ı, Temmuz’u buluyor. O zamana kadar “bu işçi, çoluğu, çocuğu ne yer ne içer” düşünen yok. Zaten İşsizlik Sigorta Fonu’nda para da yok. Burada bulunan 130 milyarı Erdoğan talan etti, uçurdu. Talanı itiraf etmemek için işi yokuşa sürüyor, ücretsiz izine çık veya izin al diyor.

Başta DİSK olmak üzere sendikalar bu duruma itiraz ettiler, Hem işten atılmaların yasaklanmasını, hem İşsizlik Sigorta Fonu’nun işletilmesini istediler. Düzen Erdoğan düzeni! Şimdi çıkaracağı torba yasasına eklediği bir maddeyle 3 ay süreyle işten çıkartmaları yasaklıyor, ama patronlara işçileri ücretsiz izine çıkartma olanağı tanıyor. Ücretsiz izine çıkartılanlar için de hükümet ayda 1177 lira yardım yapacak. Böylece İşsizlik Sigorta Fonu’ndan hak talebi de düşmüş olacak. Oysa İşsizlik Sigortası Fonu’ndan kısa çalışma ödeneği olarak alacağı para 1750 lira ile 4350 lira arasında değişmektedir. İşsizlik Fonu’nu iç eden Erdoğan, işçileri 1170 liraya mahkûm etmekte, İşsizlik Sigorta Fonu’nu da işçilerin “yağmasından” da kurtarmış olmaktadır. Bu 1177 lira ile İstanbul gibi bir yerde iki çocuklu bir işçi ailesi ne yapar? Bu para kiraya mı yeter, suya, elektriğe, gaza mı, ekmeğe, pilava, aşa mı yeter? Bu para işçi ve ailesinin ölüm fermanıdır. Öldüren virüs değil, senin düzenin ey Erdoğan, senin düzenin!

Halktan para isteyeceğine yurtdışına kaçırılan dolarları getirt !

Günlerden beri çalışamayan binlerce işçi, esnaf yardıma muhtaç. Devletten yardım bekliyor. Erdoğan millete sesleniş konuşması yapacak diye önceden anonslar yapılarak halkı televizyon başına kilitliyorlar. Halk Erdoğan’dan kendisi için bir yardım paketi açıklamasını beklerken, Erdoğan “Biz bize yeteriz, Türkiyem!” kampanyası açtıklarını ilan ederek, halkı devlete yardım etmeye çağırdı. Ne demek bu? Devletin hazinesi tamtakır demek. Hazinenin açığı 40 milyar. Nerelere gitti bu para? Kim yedi tüyü bitmemiş yetimin hakkını? Erdoğan doymuyor, çevresi doymuyor. Ülke böylesine sıkıntı içindeyken Cumhurbaşkanlığı İletişim Dairesi yeni 2019 son model 14 lüks araç kiralanması için ihale açıyor. Bir yandaşı zenginleştirmeye çalışıyor. Atatürk Havalimanı acil hastaneye çevrilmesi gerekirken, bir yandaşa ”45 günde” hastane inşaatı peşkeş çekiliyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İstanbul İl Şube Müdür Yardımcısı „açız“ diye çığlık atan Roman bir kadına utanmadan, sıkılmadan „geber“ diyebiliyor. Bu zihniyet Erdoğan düzeninin zihniyeti, bu düzen vatandaşı hor gören talan ve yağma düzeni. Ne demişti TIR şoförü: “Erdoğan! Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür!”  

Halk işsiz, aç, Erdoğan onun üstündeki son gömleğine göz dikmiş! Halka, “senin derini yüzeceğim” diyor. O, yalnız halkın cebindeki son meteliğe değil, devlet bankalarındaki ve diğer bankalardaki halkın birikimine de göz dikmiş durumda. En çok “bağışı” başta 60 milyon lirayla yapmak zorunda kalan Ziraat Bankası ve diğer devlet bankaları oldu. Sonrada devletten ihale alan işadamlarının boğazına çöküldü. Zorla onlardan bağış alındı. İstanbul’da İmamoğlu’nun, Ankara’da Mansur Yavaş’ın belediye olarak açtıkları kampanyalara, “devlet içinde devlet olmaz” diyerek el koydular. Düne kadar bu kampanyada 2 milyara yakın para toplandığını ilan ettiler. Bu neyin ispatı? Devlet kasasında para yok. Devlet kasası soyuldu. Soyanlar parayı yurt dışına uçurdu.

Jet uçakları ve gemiciklerle yurtdışına giden milyarlar

Bağış kampanyası devam ediyor. Görülen o ki, devleti soyanlar fazla para çıkarmıyorlar. Anlaşılan Erdoğan’ı gidici görüyorlar. Eskiden “Reisin” bir selamıyla havuza milyarlar atılırdı. Şimdi milyonlar atılıyor. Hatırlayanlar bilir, bundan 3 yıl önce hazine sıkışınca Erdoğan o zamanki Ankara ve İstanbul belediye başkanları Gökçek ve Topbaş’a MİT aracılığı ile haber, “selam” göndererek, ‘acele dolar çıkarsınlar, yurtdışındaki paralardan bir miktarını getirsinler’ diyor. Bir gecede Gökçek 650 milyon dolar, Topbaş da 450 milyon dolar getiriyorlar (Bkz: Yeniçağ, Ahmet Takan, 16.02.2017). Ekonomi o zaman bu 1 milyar 100 milyon dolarla şöyle bir rahatlamıştı.

Anlaşılan şimdi “Reis” bir selamla kimseye “yurt dışına kaçırdığın paraların bir kısmını geri getir” diyemiyor. Dinleyen yok. Eski itibarı yok. Ama sarayda entrikalar çok. Yurt dışına kaçırılan paraların hacmi konusunda bir fikir edinmek isteyenler Fatih Altaylı ile Murat İde arasında geçen bir tartışmaya baksınlar (Yeniçağ 04.09.2018, Habertürk 05.09.2018). Bir işadamının özel uçağına doldurduğu 20 milyar doları yurt dışına kaçırırken “enselendiğini”, Türk savaş jetlerinin uçağı “zorla” yere indirdiğini yazan Murat İde’ye Fatih Altaylı “fazla atmışsın” derken Murat İde de ona, “Fatihçiğim uçakla değil, bir de gemilerle giden milyar dolarlar var” diyor. Bu paralar şu an milletin ihtiyaç duyduğu paralardır. Bu paralar milletin paralarıdır. Hemen geri getirtilmelidir. Millet bolluk içinde yoklukla boğulmamalıdır. Ama Erdoğan’ın kurduğu düzen, böylesine bir talan ve yağma düzenidir. Halkı öldüren virüs değil, onun faşizan yağma ve talan düzenidir.

Bilal’ın saydığı Avrolar halka dağıtılsın

Yalnız işadamları ve politikacıların değil, bir de Erdoğan’ın kendisinin yurtdışına kaçırdığı paralar var. Man Adası’na yapılan havale, Endonezya’ya giderken uçağın gövdesine yığıldığı söylenen dolar balyaları ve birde Bilal’ın saymakla bitiremediği milyon avrolar var. Ayakkabı kutularındaki dolarlar işin ekstrası. Nerede bu paralar? Kampanya açıp milletten para toplarken utanmıyor musun? Milleti aptal mı zannediyorsun?  Yoksa bu kampanyayla Hint fakiri olduğunu mu millete kabul ettirmek istiyorsun?

Geçti milleti enayi yerine koyduğun o dönemler. Millet sana, çıkar evin bodrum katında olduğu söylenen milyar dolarları diyor. Her ülkenin zor günleri vardır. Türkiye’nin de zor günleri bu günlerdir. Ey Erdoğan, artık bu kurduğun düzen insanları öldürüyor. Bu düzeni sürdürmek için virüs da sana “Allah’ın lütfu” olmayacak. Görülen o ki, senin düzenin yıkılmadan bu virüsten de kurtuluş yok. Ama şunu bil ki, virüs senden hesap sorduracak. Virüsle birlikte gözleri açılan halkımızdır.

Savaş sonlansın, savaşa giden paralar halka gitsin

Madem yurt dışında, bodrum katlarında olan paralarını çıkarmak istemiyorsun, bunun üzerinde konuşmak isteyenleri hemen susturuyorsun, “üzerine oturdum, vermem” diyorsun; o zaman devletin hazinesinin boşalmasına neden olan diğer bir unsurda, Türkiye, Irak ve Suriye Kürdistanı’nda Kürtlere karşı yürüttüğün savaştır. Bu savaşı hemen durdur. Şu an senin iktidarda kalmandan başka bir işlevi olmayan bu savaşa giden paralara halkın ihtiyacı var. Artık Kürtlerle savaşmayalım, Kürtlerle barışalım, onlarla birlikte yaşamayı öğrenelim. Bundan yalnız Türkler ve Kürtler değil, tüm Ortadoğu halkları kârlı çıkacaktır. Bu savaşa akan milyarlar, toplara, bombalara, uçak sortilerine giden paralar halkın sağlığına, kamu hizmetlerine ve özellikle de korona salgınıyla mücadeleye ayrılsın.

Hele İdlib’deki, Libya’daki savaşa hemen son verilsin, oradaki cihatçı canilere ödenen milyon dolar aylıklar kesilsin. Bu paralara halkın ihtiyacı var. Sen bu savaşları kendi yayılmacı, Yeni Osmanlıcı, faşizan düzenini sürdürmek için yapıyorsun. Bu savaşlarla halkın üstüne kurduğun baskı imparatorluğunla, körüklediğin milliyetçilikle ve İslam tevekkülcülüğü ile ayakta kalmaya çalışıyorsun. Halk salgınla boğuşurken, sen Rojova’da Başur’da Kürtlere karşı savaş yürütüyorsun. İnsanları korona virüsünün öldürmesi yetmiyormuş gibi bir de senin bombaların öldürüyor. Düzenini bu ölümler ve kutuplaştırmalar üzerine inşa ediyorsun. En azından şu korona salgını günlerinde savaşı durdur. Ağzından düşürmediğin birlik ve beraberlik lafla olmaz, fiiliyatla olur. Sen bu pandemi günlerinde Kürdün üstüne bomba yağdırmaya devam edersen, bu ülkenin “birlik ve beraberliğine” dinamit koymuş oluyorsun.

Bilim adamları diyor ya, “korona pandemisinden sonra her şey değişmiş olacak, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”. Türkiye’de de halk kendisini öldürenin virüs değil senin düzenin olduğunu görecek. Korona pandemisinden sonra senin sarayın da senin başına “yıkılmış” olacak. Bunun nasıl olacağını önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler gösterecek.  

Virüs değil senin İnfaz Yasan insanları öldürüyor

Virüsün değil, Erdoğan düzeninin insanları öldürdüğünün bir ispatı da torba yasasıyla çıkarılacak olan yeni infaz yasasıdır. Korona virüs tehlikesi çıkınca, virüsün en kolay vurabileceği ve hızla yayılabileceği yerlerden birinin de ağzına kadar dolu olan hapishaneler olduğu belirtildi ve hapishanelerin hemen boşaltılması gerekliliği vurgulandı. Zira sayısı 300 bini bulan mahkûm ve tutuklularla cezaevlerinin doluluk oranı birçok yerde kapasitenin iki mislini aşmış durumda. Yetersiz beslenme ve sağlık koşullarının bulunmadığı, temiz ve sıcak suya erişilemediği, hijyen maddelerinin olmadığı hapishaneler korona virüsün yayılması için ideal bir ortam teşkil etmektedir. Korona virüsün hapishanelerde yığınsal can alması istenmiyorsa hemen önlem alınması gerekiyordu. 

Yıllardan beri kendi yakınları ve adamları olan mafya babalarını ve tetikçilerini, uyuşturucu tacirlerini ve satıcılarını, kadın ve çocuk tecavüzcülerini, katilleri, dolandırıcıları, hırsızları kurtarmak isteyen Erdoğan’a, ama özellikle de Bahçeli’ye hemen harekete geçmeleri için büyük bir “fırsat” doğmuş oldu. Bahçeli ve Erdoğan “af” diyemedikleri için bir infaz düzenlemesi yapmak için kolları sıvadılar. Hedef kendi canilerini kurtarmak, aydın ve gazetecileri, Kürtleri yatırmaya devem etmek, canilerden boşalan yeri Erdoğan’a muhalefet eden demokratlarla yeniden doldurmaktır. Hapisteki canileri korona pandemiden kurtarmak, aydın kişileri korona virüsün kucağına atmak, öldürtmektir. Öldüren yine Erdoğan düzenidir.

Mafya babaları, caniler serbest olacak, siyasiler ve aydınlar içerde kalacak 

Erdoğan ve Bahçeli’nin hazırlatacağı infaz yasasından ne beklenir? Hazırlattıkları teklifin elle tutulur bir yanı yok. Evrensel hukuk ve anayasa normları, AİHM ve AYM içtihatları, insan hakları ve demokratik kriterler hiçe sayılmaktadır. Yasa teklifi canileri kapsıyor, siyasileri kapsamıyor, mahkûmları kapsıyor, tutuklukları kapsam dışı bıraktı. Neden? Çünkü mahkûm ve tutukluların büyük bir çoğunluğu siyasi olanlar; aydın ve gazeteciler. Böylece Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak gibi hükümlüler, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan gibi eski siyasi ve fikir suçlusu tutukluklarla, yeni tutuklanan Barış Terkoğlu, Hülya Kılıç, Barış Pehlivan gibi birçok gazeteci ve aydın hapiste kalmaya, yani korona salgınıyla pençeleşmeye devam edecekler. Teklif bir de Terörle Mücadele Kanunu’ndan hükümlü olanları kapsam dışı bırakıyor. Yani infaz demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele eden Kürtleri ve onların bu mücadelelerini destekleyen Türk ve diğer halkların aydınlarını kapsamıyor. Kısaca bu teklif Erdoğan’a muhalif olan tutuklu ve hükümlü siyasileri, eski milletvekillerini, kayyıma uğramış Kürt belediye başkan ve meclis üyelerini, Kürt ve Türk demokrasi ve özgürlük savaşçılarını, akademisyenleri, gazetecileri, sosyal medya paylaşımcılarını kapsamıyor. Bu teklif öylesine hukuk ve insanlık düşmanıdır ki, hasta ve yaşlı, çocuklu olan muhalif tutuklu ve hükümlüleri de kapsamıyor. Ya kimi kapsıyor? Mafya babalarını ve tetikçilerini, uyuşturucu tacirlerini ve satıcılarını, kadın ve çocuk tecavüzcülerini, katilleri, dolandırıcıları, hırsızları kapsıyor. Çocuk yaşta evliliğe müsaade ediyor. Kamuoyundan gelen protestolar sonunda kadına ve çocuklara tecavüzcüleri sözde kapsam dışına aldılar. Ama herkes bunun bir aldatmaca olduğunu, şu veya bu şekilde onların da serbest bırakılacaklarını çok iyi bilmektedir.

Bu infaz düzenlemesi yasa teklifi bir kez daha Erdoğan-Bahçeli iktidarının, düzenin ayırımcı, kutuplaştırıcı, kindar, faşist yüzünü ortaya koydu. Onların yasası, yargısı sınıfsaldır. Kendilerine muhalif olanlar düşmandır. Onların yaşama hakları yoktur. Yargının görevi muhalifleri, siyasileri, fikir ve düşünce özgürlüğü savunucularını, Kürt demokrat ve özgürlük savaşçılarını tutuklamak ve mahkûm etmektir. Onları hapishanelerde çürütmek ve öldürmektir. TBMM’de İnfaz Yasası görüşülürken CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel hapisteki siyasilere ve gazetecilere af isterken Yüce Meclis’in çok iyi tanıdığı eski HDP Milletvekili İdris Baluken’nin de adını andığında bir AKP’li milletvekili „ölsün“ diye bağırıyor. Bu insanlık dışı AKP zihniyetinin açık bir ifadesidir. Bunların insanlık dışı son uygulaması Dersim’de üç yıl önce bir çatışmada ölen PKK’lı Agit İpek’in cenazesini Diyarbakır’da yaşayan ailesine PTT ile, posta yoluyla gönderilmesi ve kargo ile bir kutu içinde annesine teslim edilmesidir. Kim olursa olsun, hiçbir dinde cenazeye böyle bir muamele yoktur. Bu insanlığın öldüğü noktadır. Kürt halkı cenazeye yapılan bu zulmü unutmayacaktır. Ey Erdoğan, senin düzenin insanlıktan çıkmıştır. Gerçekten bizleri virüs öldürmez, senin düzenin öldürür.

Sıkıyönetim neyin provası ?

Günlerden beri bilim adamları, aklıselim düşünen, yazan kişiler korona pandemisinin önünü alabilmek, ölüm ve vaka sayılarını azaltabilmek için ülkenin genel bir karantinaya gitmesini savunuyorlar. Ama bu halkın evlere hapsedilip sokağa çıkmasının tamamen yasaklanması demek değildir. İnsanlar marketten zorunlu alışverişini yapacak, günde en az bir kez çıkıp evin çevresinde şöyle bir dolaşabilecek. Ama Türkiye’de olan ne? Sıkıyönetim! İnsanlar bir hafta sonu evlerine hapsediliyor, sokağa çıkması yasaklanıyor. Türkiye’nin ihtiyacı olan bir hafta sonu değil, üretimin durdurulduğu, işçi ve emekçilerin evde kaldığı, ücret ve aylıkların kesintisiz ödendiği, dışarı çıkışların düzenlendiği uzun vadeli bir karantina uygulamasıdır. Hükümet ne yapıyor? 10 Nisan Cuma günü İçişleri Bakanı Soylu’nun aklına geliyor, gece yarısına iki saat kala, gece yarısından sonra 31 ilde 48 saatliğine hafta sonu sokağa çıkma yasağı ilan ediyoruz diyor. Her karar gibi bu da düşünülmeden alınan bir karar. Millet sıkıyönetim dediği sokağa çıkma yasağının geleceğini duyunca hemen marketlere koştu. Ne sosyal mesafe kaldı, ne maske ve eldiven uygulaması. Alışveriş yapabilmek, mal kapabilmek için insanlar panik içinde sanki birbirinin üstüne çıktı. Birbirinin nefesini boğazında hissetti, virüsü iyice birbirlerine bulaştırdı, kendisine bulaştırmamaya dikkat edenler de nasibini aldı. Şimdiye kadar alınan tüm önlemler boşa gittiği gibi, iki günlük karantinanın da getireceği faydayı silip süpürdü. Göz göre göre insanları virüsün kucağına, ölüme itildi. Bilim Kurulu Üyesi Prof. Ateş Kara, bu vahim durumu, dün akşam sokağa çıkanlar 14 gün evde karantinaya alınması önerisini getiriyor. Bilim Kurulu başından bu uygulamaya karşı çıkıyor, ama dinleyen kim? İnsan ister istemez soruyor: Bu hükümetin insanlara bir kasti mi var? Bunu bu şekilde uygulayanların mutlak bir bildiği vardır! Acaba nedir? Ama ne demişti Hataylı TIP şoförü: “Ey Erdoğan! Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür!”

O zaman sormak gerekiyor. Hiçbir faydası olmayan, hatta zararı olan bu sokağa çıkma yasağını neden ilan ettiler? Bir şeylerin, mesela bir darbenin provasını mı yapıyorlar? Uzun zamandan beri bilinen bir şey. AKP’nin içi kaynıyor, Ergenekoncular bir yanda, Pelikancılar diğer yanda. Damat bu tarafta, Soylu öbür tarafta. Sokağa çıkma yasağını açıklayan Erdoğan değil, Soylu. Her ne kadar Soylu Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla “sıkıyönetim” ilan ettiğini söylese de, Büyükşehirlere giriş çıkış yasağını bile bir millete sesleniş konuşması yaparak duyuran Erdoğan “sıkıyönetim” ilanı gibi bir konuyu bir ulusa sesleniş konuşmasıyla duyurmaması yalnız manidar değil, ister istemez akla ciddi başka soruları da getirmektedir. Yoksa bu bir saray darbesi provası mıdır? Saray bu uygulamada devre dışı kalmıştır. Soylu inisiyatifi öylesine ele almıştır ki, belediyeleri bile saf dışı etmiş, halka ekmek dağıtım görevini bile kaymakamlar üslenmiştir. Sormak gerekiyor: Ergenekoncu Soylu neyin provasını yapıyor? Bir sıkıyönetim durumunda halkın reaksiyonunu mu ölçüyor, karşıtlarını mı sınıyor? Bilinemez. Osmanlı sarayında oyun çoktur.

Virüs Erdoğan’ın sonunu zorluyor

Anlaşılan korona virüsü saray içindeki çelişkileri kızıştırdı. Virüs Erdoğan’ın faşizan düzeninin sonunu yaklaştırmakta. Virüse karşı mücadelede Erdoğan başarısızdır, yetersiz kalmıştır. Alınan kararlar, önlemler düşünülmeden, acemice alınan kararlardır, çoğu yanlış ve çelişkilerle doludur. Vaka ve ölü sayısı Bakan Koca’nın açıkladığı resmi sayıların kat ve kat üstündedir, Ülke İtalya ve İspanya’nın durumuna yaklaşmaktadır, yakında ABD’de ki durumu geçecektir. Bu gelişmelere hiçbir cumhurbaşkanı, hiçbir hükümet dayanamaz. Halk böyle bir yönetimin sonunun getirir.

Korona virüsü Erdoğan’ın sonunu tetiklemiştir. Virüs artık bizi öldüren Erdoğan’ın düzenini öldürmeye, yok etmeye başlamıştır. Saray içi darbelerle bu yok oluş önlenmek istenmektedir. Buna müsaade etmeyelim. Erdoğan’a karşı tüm muhalif güçlerin tam birleşme ve harekete geçme anıdır. Birleşirsek virüsle birlikte her gün bizi öldüren Erdoğan düzenini de yok edebiliriz. 60’lı yıllarda Deniz Gezmişlerin, Mahir Çayanların bir marşı vardı:

İşçi köylü birleşelim/ Bozuk düzene karşı/ Halk savaşı vereceğiz/ Emperyalizme karşı.

Bu marşı günümüze uyarlayalım:

İşçi köylü birleşelim/ Faşist düzene karşı/ Demokrasi savaşı vereceğiz/ Tek adam rejimine karşı! Erdoğan’ın faşizan düzeni, virüs bitmez. Bölgede emperyalizmin oyunları sonlanmaz, demokratik düzen gelemez. Erdoğan’ı yenmek; işçi ve köylünün ve onların aydınlarının, demokratik ve devrimci güçlerin, Erdoğan muhalefetinin ellerindedir.  

Bir yanıt yazın