Amerika’da isyan: Dizini ensemden çek! Gezi’nin 7. yılı: Darbelere son!
Mümin TOPRAK
-Diktatörler, otoriterler hep korkarlar-
1 HAZİRAN günü ajanslar İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metro İstanbul’un şu açıklamasını geçtiler: “İstanbul Valiliği’nin aldığı karar doğrultusunda M2 Yenikapı-Hacıosman metro hattı Taksim ve Şişhane istasyonu ile F1 Taksim-Kabataş Füniküler hattı saat 16:00 itibariyle yolcu alımına kapatılacaktır.” Bu insana sıradan bir haber gibi gelebilir. Bir kaza veya bir teknik arıza vardır diye düşünülebilir. Ama gerçek bambaşka, “korkunç!” Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ortamın bir aynası. Günlerden 1 Haziran. Gezi direnişinin 7. yıl dönümü. Aynı günde Amerika’da büyük bir isyan var. Amerika yanıyor. İsyan Beyaz Saray’a dayanıyor, Trump eşi ve oğluyla sığınağa kapanmak zorunda kalıyor. Güvenliği ancak böyle sağlanabiliyor.
Ayağa kalkan, isyan eden insanların ne yapacağı belli olmaz. Trump gibi otoriterliği, kimseyi dinlemezliği ile tanınmış koca ABD’nin başkanı sığınağa kaçmak zorunda kalmışsa, Erdoğan gibi otoriterlerin, diktatörlerin kara kara düşünmesi gerekir. Gezi’nin yıl dönümünde insanlar Taksim’de toplanırsa, isyan bayrağını açarsa ve bu isyan, 7 yıl önce olduğu gibi, bir anda Anadolu’ya yayılırsa, hele yığınlar Ankara’da Beştepe’deki Saray’a dayanırsa bu iktidar ne yapar? Erdoğan ne yapar? Trump gibi kaçırılacağı güvenlikli bir sığınak, bir delik de yok. Zaten korona pandemisi nedeniyle açlık, yokluk, işsizlik, pahalılık almış başını gitmiş, insanlar gerilim içinde, barut fıçısı gibi patlamaya hazır. Bu durumda iktidarda olan otoriter tek adam bir yığın patlamasının olabileceğinden korkar, insanların tam da Gezi’nin yıldönümünde Amerika’daki isyanı örnek alıp Taksim’e çıkabilecekleri aklına gelir? Böyle bir durumun kendi sonu olacağını da çok iyi bilir. Önlem olarak da alelacele Taksim’e çıkan tüm yolları kapattırır, metroların Taksim’de durmayacağını açıklatır. Gezi Parkı ve Taksim’in çevresini bariyerlerle ördürür, polis tomalarıyla etrafı tahkim ettirir. Taksim’de olağanüstü hal estirir. 1 Haziran’da Taksim’de durum bu idi. Alınan “önlemler” korkunun deliliydi.
İşte ajansların geçtiği “sıradan” bir haberin altında yatan gerçek bu idi: Erdoğan’ın korkulu rüyası. Ya yığınlar ayaklanırsa! Gerçi şu an Türkiye’de ABD’deki gibi bir isyan için bir neden yok. Ama ABD’deki gibi bin neden var. Her gün Kürtler Afro-Amerikalı siyah George Floyd gibi işkenceden geçirilip öldürülüyor, Çakıcı gibi Ülkücü mafya babaları “af” edilip devlet katında kabul görüp ağırlanırken Ahmet Altan gibi gazeteciler, Osman Kavala gibi aydınlar, Demirtaş, Yüksekdağ, Kışanak gibi HDP’li politikacılar içerde tutuluyor, en temel insan hakları gasp ediliyor. Kürt illerinde halkın iradesi hiçe sayılıp belediyelere kayyımlar atanıyor. Bunların hepsi birer isyan nedeni. İnsanlar diken üstünde. HDP artık sokaklara taşma zamanı geldi diyor. Tüm muhalefeti, Erdoğan karşıtlarını tek adam rejimine karşı demokratik ittifaka çağırıyor. “Hep birlikte” Erdoğan’ı yeneriz diyor. Erdoğan korkmasın da ne yapsın? Gezinin yıl dönümü, ne olup olmayacağı belli olmaz. Taksim’i bariyerlerle, tomalarla, yasaklarla garantiye alıyor. Türkiye’nin bir anda Amerika’ya dönebileceğinden korkuyor.
Gezi ‘de yitirdiklerimiz onurumuzdur, ABD’deki isyan isyanımızdır
Bu yıl korona pandemisi nedeniyle Gezi yıl dönümü için özel bir hazırlık yoktu. Tek hazırlık insanların Taksim’de ve Türkiye’nin diğer illerinde şehitlerini anmasıydı. Nitekim polis abluka ve saldırılarına rağmen HDP’liler, CHP’liler, DİSK’liler ve şehit aile ve yakınları, Gezi direnişi savunucuları Ankara’da Güvenpark’da toplanarak Ethem Sarısülük’ü ve İstanbul’da Taksim Mis Sokakta toplanarak “Gezi şehitleri onurumuzdur” sloganıyla tüm şehitleri tek tek isimleri okunarak andılar, Amerika’daki halkın direnişini selamlandılar. Yapılan konuşmada: “Gezi’de Berkin’i, Ethem’i, Medeni’yi, Ali İsmail’i, Hasan Ferit’i, Abdullah’ı, Ahmet’i ve Mehmet’i bizden ayıran karanlıkla George Floyd’un nefesini kesen aynı karanlıktır. O gün de bunun karşısındaydık, bugün de karşısındayız. Barışçıl direniş her yerde bir haktır. Aramızdaki binlerce kilometreye rağmen biriz, bir aradayız… Dayanışma yaşatır, dayanışma kazanacak” vurgusu yapıldı. Bu haykırış bile Erdoğan’ın korkmasına yetti.
İster Trump, ister Erdoğan, ister Orban, hangi diktatör olursa olsun, diktatörlerin korkusu yığınların isyanıdır. Erdoğan bunu bildiği için baskıyı, şiddeti, nefreti, sürekli askeri operasyon ve savaşı elden bırakmıyor. Bu baskılarla halkı sindirebildiği sürece iktidarda kalabileceğini biliyor. Taksim’i kuşatma altına alıyor. Ama bunların hepsi nafile. Nasıl Amerika’da yığınlar ayaklandıysa, Türkiye’de de bir benzeri neden olmasın. Minneapolis’te George Floyd’un ırkçı, faşist polisler tarafından katline karşı parlayan protesto kıvılcımı Trump’ın yıllardan beri yarattığı ırkçı, kinci, nefret dolusu, Protestan dinsel bağnazlığı ortamında dev alevlere dönüştü. Korona pandemisinden mağdur kalan işsiz, aç, yoksul beyaz ve siyah milyonlarca Amerikalı Amerika’nın dört bir yanında ayaklandılar. Trump’un ırkçı nefret politikasına yeter dediler. Polisin biber gazına, copuna, plastik mermisine aldırmadan yürüdüler. Irkçı Polisin dakikalarca ensesine basarak “nefes alamıyorum”, “boğuluyorum” diyen George Floyd’un feryadı “nefes alamıyoruz, boğuluyoruz” çığlığı ile Trump’a karşı isyancıların elinde bayrak oldu. “Nefes alamayan, boğulan” yalnız George Floyd değil onunla birlikte tüm Amerika’ydı. Minneapolis’te yükselen ateş, çığlık Washington’a ulaştı, tüm dünyayı sardı. Londra’dan Berlin’e dayanışma eylemleri yapıldı. Trump korkudan Beyaz Saray’a “vahşi köpekleri, uğursuz silahları” konumlandırdı. Polis isyan karşısında yetersiz kaldı, Trump özel güç olan Nasyonalgarde (Ulusal Muhafız) birliklerini görevlendirdi. Onlar da yetersiz kaldı. Bunun üzerine “orduyu sürerim” dedi, halkı tehdit etti. Trump artık halkına savaş açmıştı. Ama bu kazanamayacağı, yenileceği bir savaştı. Zira isyan eden halkın direnişini hiçbir güç kıramaz.
Trump’ın bu uygulamaları bize hiç yabancı değil. Bunlar Erdoğan’ın her gün yaptıkları. Bizim her gün yaşadıklarımız. Artık Türkiye’de de bıçak kemiğe dayanıyor. Erdoğan’ın elinde Kuran, Trump’un elinde İncil. Trump’da siyahlara karşı ırkçılık, Erdoğan’da Kürtlere, Ermenilere, Rumlara karşı ırkçılık. Erdoğan’da halkı ölümle tehdit ediyor, Trump da. ABD’de isyan eden yalnız ırkçılığı her an siyah teninde yaşayan Afro-Amerikalılar değil, aynı zamanda Trump’ın ırkçılığından illallah etmiş beyaz tenli Amerikalılardır da. Trump, Afro Amerikalılarla dayanışma gösteren, birlikte hareket eden sol, demokratik, antifaşist örgütleri terörist ilan edeceğini açıkladı. Erdoğan ise bunu çoktan yaptı. Hapisteki demokratların hemen hemen hepsi bu terörist suçlamasıyla yatmaktadır. Trump’ın girişimine karşı ABD kamuoyundan büyük bir tepki geldi. Siyahlarla beyazları ayıramazsın, karşı karşıya getiremezsin dendi. Elbet bir gün Türkiye’de de Erdoğan’a karşı Kürtlerle Türkleri karşı karşıya getiremezsin diye bir çığlık kopacak. İşte o zaman Erdoğan’ın sonu gelecek, Türkiye özgürlük ve demokrasiye kavuşacak. İşte Erdoğan Kürtlerle Türklerin bir olmasından bunun için korkmakta ve sürekli ırkçılığı, milliyetçiliği ve şovenizmi körükleyerek halklar arasına düşmanlık tohumları ekmektedir. O dün Gezi’den korkmuştu, bugün de ABD’deki isyandan kortu. Korkmakta haklıdır.
Türk ırkçılığı Amerikan ırkçılığı
Irkçılık, milliyetçilik, şovenizm kapitalizmin mayasında vardır. Burjuvazi ulusun önderliğini sahiplenirken, bunu kendi milletinin diğer milletlerden üstün olduğu teorisini yaparak, yayarak gerçekleştirdi. Tarihsel gelişimine göre her ülkede milliyetçiliğin, ırkçılığın ortaya çıkışı üretim ilişkilerinin ve üretim güçlerinin gelişmişliğine göre farklı olmuştur. Fransızlar kendilerinden “Grande nation” (büyük millet) diye bahsederler. Almanlar Almanya’nın dünyada “her şeyin üstünde” olduğunu söylerler. Ama dünya proletaryasının enternasyonal tutumu karşısında burjuvazi de kaba ırkçılık ve milliyetçilikten geri adım atmak, daha rafine bir ırkçılık ve milliyetçiliğe geçmek zorunda kalmıştır. Yine de bazen göçmenlere, yabancılara karşı bu kaba ırkçılık birden nükseder. Ama kaba ırkçılığı ve milliyetçiliği bugün dünyada savunan ve uygulayan iki ülke kalmıştır: ABD ve Türkiye. Bu iki ülkede ırkçılık daha çok egemen burjuvazinin halkın bir kesimini diğer kesimine aşağılatarak, birini diğerinden ayrımlaştırarak, birini dışlayarak gerçekleştirir. Amerika’da beyazlar siyahlara, Türkiye’de Türkler Kürtlere karşı sürekli kullanılır. Uzun yıllar ırkçılığı ırk ayrımcılığı şeklinde kendi halkına karşı uygulayan Güney Afrika idi. Fakat Mandela ile birlikte kaba ırkçılık bugün Güney Afrika’da oldukça gerilemiştir.
ABD’de beyazlar siyahları aşağılar, hor görürler. Bu ABD’nin tarihi, kapitalizmin gelişmesiyle ilgilidir. Bugünkü Afro-Amerikalılar 17. Yüzyılda ABD’nin özellikle Güney Devletlerine tarımda çalıştırılmak üzere Afrika’dan hayvanlar gibi avlanıp, toplanıp getirilen, alınıp satılan Afrikalı siyah kölelerdir. 1776’da ABD kurulurken kâğıt üzerinde kölelik kaldırılmıştır, ama Afro-Amerikalı siyahlara köle muamelesi bugüne kadar süre gelmiştir. ABD’deki ırkçılığın temelinde siyahlara karşı bu köle anlayışı yatar. Bu anlayışa ve uygulamalara karşı siyah Afro-Amerikalıların beyazların da büyücek bir kesimi tarafından desteklenen büyük bir direnişi vardır. Bu direnişin zirvesi 1963’de Martin Luther King’in 250 bin kişiyle vatandaş hakları, sosyal ve ekonomik eşitlik için Washington’a gerçekleştirdiği yürüyüş ve miting oluşturur. Bu Miting’de Martin Luther King’in söylediği “Bir hayalim var… İnsanlar derilerinin rengiyle değil, karakterleriyle yargılanmalı” sözleri tarihe geçmiştir. Martin Luther King beyaz ırkçılığa karşı bu direnişini hayatıyla ödemiş, ırkçılar tarafından katledilmiştir. Ama o günden beri ABD’de ırkçılığa karşı mücadele beyazların da katılımıyla çığ gibi büyümüştür. Şu an George Floyd’un katliyle yükselen protestolar Martin Luther King’den beri Amerika’da ırkçılığa karşı en büyük direnişi oluşturmaktadır.
Erdoğan’ın açıklaması bir faşist propagandası
Ya Türkiye’deki ırkçılık? Erdoğan’a sorarsan ırkçılık Türkiye’de yok, Amerika’da var. Hatta öylesine ki, George Floyd’un katli üzerine utanmadan ırkçılığı kınayan bir açıklama bile yapabilmektedir. Erdoğan “Minneapolis kentinde George Floyd’un işkence sonucu ölümüne sebep olan ırkçı, faşizan yaklaşım, hepimizi derinden üzdü” demekte ve bunun “tüm dünyada karşısında durduğumuz haksız ve adaletsiz düzenin de en acı tezahürü” olduğunu belirtmektedir. Şimdi adama sorarlar: Amerika’da “George Floyd’un işkence sonucu ölümüne sebep olan ırkçı, faşizan yaklaşım” Türkiye’de her gün yaşanmıyor mu? Cizre’de bir evin bodrumunda Kürt halkına hiçbir hak tanımayan devletin politikanı protesto eden gençleri diri diri bombalatıp öldürtmene ne denir? Bu devletin başı olarak sizin ırkçı ve faşizan yaklaşımınız değil mi? Hitler de Yahudi çocuklarını temerküz kaplarındaki fırınlarda diri diri yakarken bir çocuk bahçesinde çocukları seviyordu. Sizin bu yaptığınız biraz onun yaptığına benzemiyor mu? ABD’deki “ırkçı yaklaşımı” kınıyorsunuz, ama Türkiye’de HDP Milletvekili Garo Paylan, yazar Hayko Bağdat gibi Ermeni yurttaşlara karşı sarf edilen “kılıç arttığı” söylemini bir tek kelimeyle kınamadınız. Hatta sizin iktidarı övmekten bıkmayan bir Alevi olan gazeteci Abdulkadir Selvi’ye iktidar ortağınız Devlet Bahçeli’nin “şerefsiz kılıç arttığı” dediği zaman ağzınızı açmadınız. “Kılıç artığı” söylemi ırkçılıktır, Sünni Türklerin her gün inkâr ettikleri bu ülkede Ermenilere ve Alevilere uyguladıkları soykırımın açık itirafıdır. Soykırım ki, bugün dünyada en büyük suç ve ırkçılıktır. Bu yaşananlardan daha da vahimi ne gerekçeyle olursa olsun sizin Cumhurbaşkanı olarak “Ülkemiz içinde sayıları çok azalmış olmakla birlikte, hâlâ varlıklarını sürdüren kılıç artığı” gibi bir cümle kurmanız Türkiye’de ırkçılığın en yüksek makam tarafından tescilidir.
ABD’de ırkçı, faşizan polisler tarafından “George Floyd’un işkence sonucu ölümü”nün sizi “üzdüğünü” söylüyorsunuz. Ama Türkiye’de en üst emniyet görevlilerinin ulu orta katlettirdiği Hrant Dink’in ölümüne üzüldüğünüzü kimse duymadı. Amerika’da siyahları öldüren polisler nasıl cezasız ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlarsa, Türkiye’de de Hrant’ı öldürtenlerin çoğu devlet himayesinde rahat rahat dolaşabilmektedirler. Şimdiye kadar Kürdistan’da sokak ortasında Kürt çocuk ve gençlerini uluorta öldüren tek güvenlik görevlisi yargılanmamıştır. Son zamanlarda Rakel Dink’e, Hrank Dink Vakfına, avukatlarına gelen öüm tehditleri ve Ermeni kiliselerine yapılan saldırılara “üzüldüğünüzü” beyan etmediniz. Siz nasıl olurda George Floyd’un öldürülmesine üzülebilirsiniz? Kimseyi inandıramazsınız!
Açıklamanızda bir de tüm dünyada “haksız ve adaletsiz düzenin” karşısında duracağınızı söylüyorsunuz. Eğer bugün dünyada haksızlığın ve adaletsizliğin diz boyu olduğu bir düzen varsa bu da Türkiye’deki sizin otoriter faşizan düzeninizdir. Bir muhalefet liderinin “adalet istiyoruz” diye 500 km kat ettiği ülke Türkiye’dir. Çok geriye gitmeye gerek yok. Daha üç gün önce HDP’den Güven ve Farisoğulları, CHP’den Berberoğlu olmak üzere 3 milletvekilinin apar topar milletvekillikleri düşürülüp tutuklandılar. Yıllardan beri ülkede sivil darbelerin arkası kesilmiyor. Hangi hak ve adaletten bahsediyorsunuz? Siz halkın iradesini gasp ederek en büyük adaletsizliği yapan, milletvekilleri hakkında fezlekeler düzenleten, kayyımları, darbeleri normalleştiren bir devlet başkanısınız.
Hele açıklamanızda bir de “yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi öğreten İslam Medeniyeti”nden bahsediyorsunuz ve Amerika’daki “insanlık dışı zihniyeti lanetliyorum” diyorsunuz. Bilinmez amma Allah İslam adına baş kesen, Ezidileri kılıçtan geçiren İŞİD’çileri yarattığına mutlak pişmandır. İslam adına Yemen’de, Suriye’de, Libya’da olanlara bakın. Bunlara siz de ortaksınız. İslam medeniyetinde insana ve ölüye saygı vardır. Mezarlıklar kirletilmez, mezar taşları kırılmaz, mezarlar tahrip edilmez. Son zamanlarda Kürt illerinde yaşanan bu uygulamalar hangi “insanlık dışı zihniyetin” eseridir. Bitlis’den 261 cenazenin çıkartılıp İstanbul’a götürülüp, kemikleri Kilyos’da üzerinden her gün insanların gelip geçtiği kaldırım taşları altına 18 mezara topluca gömmek insanlık dışı bir zihniyetin eseri değil midir? Bu uygulama, bu zihniyet hiçbir dinde yoktur, İslam’da da yoktur. Bazen Avrupa’da Yahudi mezarları kirletilip tahrip edildiği görülür. Bunları yapan Neonazi ırkçı ve faşistlerdir. Yakalandıklarında en ağır cezaya çarptırılırlar. Türkiye’de şimdiye kadar bir yakalanan duyulmadı.
Hazreti Muhammet’in “beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur” düsturundan hareketle açıklamada “ırk, renk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, tüm insanlığın hakkını ve hukukunu koruma” mücadelesi verdiğinizi söylüyorsunuz. Böyle bir cümle kuran bir Türkün ar damarının çatlamış olması gerek. Dil ayrımı yok diyorsunuz. Türkiye’de Kürtler dâhil hangi azınlık kendi dilini özgürce kullanabilmektedir? Din ayırımı yok diyorsunuz. Hâlâ Alevilerin inanç tarzı, cem evleri resmen kabul edilmedi. Düne kadar Zerdüşlere, Ezidilere, Süryanilere saldıran sizlerdiniz. Cinsiyet ayırımı yok diyorsunuz. Özellikle sizin iktidarınızda LGBT’lerin, kadınların, çocukların başına gelenler Türkiye’nin birer yüzkarasıdır. Görülen o ki, Erdoğan’ın “tek millet, tek dil, tek din” söylemi Hazreti Muhammet’in düsturuna taban tabana zıttır. Sizin iktidarınız döneminde halkımız insanlığın hakkının ve hukukunun korunduğu değil ayaklar altında ezildiği yaşadı ve yaşamaktadır. Bir de İletişim Başkanınız Altun’un ABD’de olaylar sırasında TRT World’a yapılan saldırıdan sonra yaptığı açıklama var ki, dillere destan: “Basın özgürlüğü, demokrasinin bel kemiğidir.” Görülüyor ki, sizlerin söyledikleri, yaptıklarınızın tam tersidir. Türkiye’de basın özgürlüğünün belini kır, muhalif gazetecileri içeri tık, sonrada utanmadan böyle bir demeç ver. Şunu bilin ki, bunlar ABD’deki gibi halkı bir gün patlatacak olan, birikim sağlayan olaylardır. Halk bunların hesabını sorar.
Türkiye’de ırkçılığın nedeni
Türkiye’de yaygın ve etkin, resmi devlet politikası olan bir ırkçılık vardır. Bu Türk burjuvazisinin oluşumu ve Türk devletinin kuruluşuyla sıkı sıkıya bağlıdır. Türkiye’de Osmanlının son zamanlarında ve Cumhuriyetin kuruluşunda doğmaya başlayan burjuvazi ilk sermayesi kendi mülk ve tasarrufu üzerine oluşmamıştır. Burjuvazinin ilk sermayesi katledilen Ermenilerin, mübadele edilen ve sürülen Rumların ve diğer gayrimüslimlerin gasp edilen malları, toprakları, binaları, tezgâhları, işletmeleri, dükkanları üzerinden oluşmuştur. Dünyada en çok vakıf malı olan ülke Türkiye’dir. Dünyada hâlâ arazinin %60’ının hazineye ait olduğu ülke Türkiye’dir. Bu ise talan ve yağma demektir. Bugün bunun en iyi örneği Erdoğan ve çevresindeki inşaat lobisidir. Geçmişte de böyleydi. Devletle biraz anlaştın mı, vurgun vurmak, hemen zengin olmak çok kolaydır. Onun için Türkiye’de kazandığını yeniden yatıran, üreten, reproduktif çalışan burjuvazi gelişmemiştir. Hep aniden zenginleşen, vurgun vuran “burjuvazi” olmuştur. Bunlar zenginliklerinin Ermeni ve Rum mallarından kaynaklandığını bilirler. Bu topraklarda Ermenilerin ve Rumların bir gün hak iddia edeceklerinden korkarlar. Bunun için devletle birlikte toplumda sürekli bir Ermeni ve Rum düşmanlığı, gayrımüslim düşmanlığı yaratılır, onlara karşı bir nefret dili geliştirilir, onlara karşı sürekli bir savaş hali yaratılır, onlar aşağılanır ve ötekileştirilir. Tolumda yaygın olan Ermeni dölü, Rum piçi, kılıç artığı gibi sözler bu ırkçı yaklaşım ve zihniyetinin yansımasıdır. Her yıl İstanbul yeniden fethedilir, bu topraklar bir türlü vatan olarak görülemez, imar ve mamur edilemez, hep talan edilir. Bu nedenle Türkiye’deki milliyetçilik ve ırkçılığın temelinde halkların katliamı vardır. Irkçılığın ikinci nedeni Cumhuriyetin kuruluş zihniyetidir. Cumhuriyetle oluşan Türk devletine bir Türk milleti gerekmiştir. Bu millet Osmanlıdan arta kalan Balkan ve Kafkas halklarından, Anadolu’daki Türkmenlerden, Kürtlerden ve diğer halklardan suni, yapay olarak, zorla yaratılmaya çalışılmıştır. Her halk kendi benliğini inkâr edip Türk olmak zorunda kalmıştır. “Ne mutlu Türküm diyene” ile “Elhamdülillah Müslümanım” sloganları bu politikanın şiarı olmuştur. Müslümanlık bu halkları Türklükte birleştiren harç olmuştur. Türk İslam sentezi böyle doğmuştur. Sünni Müslümanlığa ve Türklüğe övgüler düzülmüştür. İslam ve Türk olmak dünyanın en seçkin insanı ve milleti olmak olduğu yayılmıştır. Türk olmak istemeyenler aşağılanmış, hakaretlere maruz kalmışlardır. Türklüğü kabul etmeyen halklardan biri Kürtlerdir. Kürt olarak kalmak için ayaklanmışlardır, isyan etmişlerdir. Günümüzdeki Kürt isyanı özünde Erdoğan’ın dediği gibi terör değil, Kürt halkının kendi kimlik mücadelesidir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kürtler “dağ Türküdür, kuyrukludur” diye sürekli aşağılanmıştır. Bugünkü Türk ırkçılığının ve milliyetçiliğinin önemli bir boyutu Kürt düşmanlığıdır. Kürtlerin ezilip Türkleştirilmesidir. Aksi takdirde Kürtlere bu topraklarda yaşam hakkı yoktur. Bugün bu politikayı “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek dil, tek din, tek bayrak” belgisiyle en ardıcıl savunan Erdoğan’dır. Erdoğan’ın yenilmesi Türk ırkçılığının ve milliyetçiliğinin yenilmesidir. Türklerin kendi varlıkları ve tarihleriyle yüzleşmesidir. Umut edelim ki, Amerika’daki Afro-Amerikalıların yeni isyan dalgası Türklerin de gözünü açsın.