Ortadoğu’da yeni bir savaş sarmalına izin verilmemeli, ABD, İsrail ve İran’a dur denmeli !
Barış ALPER
13 Haziran 2025’den beri İsrail’in İran’a saldırısıyla Ortadoğu’da şiddet sarmalı tehlikeli bir şekilde yeniden tırmanmaya başladı. Ne zaman, nerede ve nasıl bitebileceğini kestirmek zor. 22 Haziran’da ABD’de de savaşa müdahil oldu. Dev B2 borbardıman uçaklarıyla İran’ın Fordo’da yeraltında bulunan atom bombası üretecek olan nükleer tesislerini vurdu, tesisleri yerle bir ettiğini bildirdi. Görülen o ki, bu kez İsrail ve ABD’nin gözü kara. İran’ın bir atom bombasına sahip olma olanağını ortadan kaldırmayı, roket ve füze üretimini ve bunları atacak rampaları yok etmeyi hedeflemektedirler. Bunun sonucu Molla rejiminin yıkılmasını beklediklerini açıklamaktadırlar.
İsrail ve ABD’nin bu barbar saldırıları uluslararası hukukun açık ihlalidir
Siyasi yollardan sorunun çözümü daha bitmeden askeri yola başvurmak, hem barbarlık, hem de uluslararası anlaşmaları hiçe saymaktır. Bu saldırıları ABD ve İsrail’in koordineli yaptıkları görülmektedir. İsrail önce bu amaca ulaşmak için İran’ın bir atom bombası yapabilecek uranyumu zenginleştiren yerüstündeki nükleer tesislerini, roket ve füze üretim birimlerini, bunları yöneten askeri komando merkezlerini bir bir vurdu ve bombaladı. Nokta atış ve vuruşlarla İran Genelkurmay Başkanı ve üst düzey komutanların, nükleer alanda bilim insanlarının ve teknisyenlerin çoğu öldürüldü. Saldırılar yalnız askeri hedeflere değil sivil alanlara da isabet etmekte, yüzlerce insan kaybına neden olmaktadır. İsrail ve ABD Tahran halkına çağrı yaparak Tahran’ı boşaltmalarını istemektedir. İnsanlar nereye gideceklerini bilmiyor, şaşkın.
İsrail bu saldırıları yüzlerce uçağı ile korkusuzca yapmaktadır. Bu rahatlığın bir nedeni ABD ve İsrail’in İran’ın bir hava savunma sistemi kurmasını önlemiş olması ise, diğer nedeni de, İsrail’in son yıllardaki gelişmelerle yok ettiği Suriye ve Irak hava savunma sistemidir. Böylece İsrail Türkiye’nin güney sınırı boyunca 950 km hava sahasını “tepe tepe” kullanmakta, 1600 km’lik Tel Aviv Tahran arasında oluşan koridoru korkusuzca katedebilmektedir. Bu sayede İsrail’in uçaklarının ve dronlarının hepsi hedeflerini vurmakta ve geri dönebilmektedir. İsrail bu saldırılarla bir kez daha Ortadoğu’da hegemonyasını kurmakta olduğunu göstermektedir.
İran İsrail’in bu saldırılarına hemen karşılık veriyor. Bir anda attığı yüzlerce roket ve füzelerin hepsini İsrail hava savunmasının, aynı anda yakalama ve tahrip etme gücü ve yeteneği olmadığı için İran füzelerinin bir kısmı İsrail’deki hedefine isabet ediyor, büyük hasara yol açıyor ve insan kaybına neden oluyor. İsrail ve ABD İran’ın elindeki bu silahların bir süre sonra biteceğini ve İran’ın önünde teslim olmaktan başka yol kalmayacağını söylemektedirler.
ABD B2 bombardıman uçaklarıyla savaşa müdahil oluyor
İsrail Başbakanı Netanyahu daha işin başında olduklarını açıklamakta, saldırıların uzun zaman süreceğini bildirmektedir. Bu ise ateşin tüm Ortadoğu’yu saracak bir savaşa evrilebileceği korkusunu vermektedir. O zaman Türkiye’nin de kendisini bir anda bu savaşın içinde bulması kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle çevre ülkelerde ve dünya kamuoyunda saldırıların bir an evvel durdurulması ve siyasi çözüm yollarının aranması istenmektedir. Dünya liderleri İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan ve İsrail Başbakanı Netanyahu’ya ve ABD Başkanı Trump’a çağrılar yaparak mutedil olunmasını, Ortadoğu’da bir savaşın tırmanışının önlenmesini talep etmektedirler. Ama Trump kimseyi dinlemiyor. Önce biz savaşa dahil değiliz diyerek bu hava saldırılarıyla ABD’nin ilişkisi olmadığı izlenimi vermeye çalıştı. Oysa herkes bilmektedir ki, İsrail, Netanyahu ABD’den, Trump’tan izin almadan bırakın İran’a saldırmayı, bir tek kurşun bile atamaz. İsrail’in arkasında her zaman Trump, ABD ve Batı olmuştur.
Trump ve ABD’nin bu savaşa müdahil olacağı daha başından belli idi. Zira İran’ın esas atom bombasını yapacak olan Fordo kentinde 80-100 m derinliğindeki yeraltı tesislerini vuracak dev B2 bombardıman uçakları ve silahları İsrail’in elinde bulunmamaktadır. Bu uçak ve silahlara yalnız ABD sahiptir. 15 ton ağırlığındaki bu füzeleri ancak B2 uçakları taşıyabilmekte ve atabilmektedir. İsrail’in şimdiye kadar vurduğu nükleer tesisler daha çok bir atom bombasının ön aşamalarının yapıldığı araştırma tesisleridir. Atom bombası üretecek olan tesisler yer altındaki tesislerdir. Bu nedenle bu tesisler vurulmadan İsrail’in bombaladığı yerüstündeki tesislerin imha edilmesiyle İran’ın atom silahı üretmesi önlenemiyor, ancak 5-10 sene geriletilebiliyor. Eğer ABD ve İsrail, İran’ın atom bombası yapmasını engelemek istiyorsa, ki ABD ve İsrail bunun gerçek hedef olduğunu belirtiyorlar; o zaman bu yeraltı tesislerini yok edecek B2 bombalarını ABD’nin kullanması gerekecektir. Bu ise ABD’nin savaşa müdahil olmasının kaçınılmaz olacağı anlamına gelmktedir. ABD önce üç uçak gemisini, benzin ikmal uçaklarını, B2-bombardıman uçaklarını İran’a karşı mevzilendirdi. İran’a teslim olması için 2 hafta müsaade verdi. İran Dışişleri Bakanı Arakçi’nin son günlerde Cenevre’de ve İstanbul’da yaptığı görüşmeler sonunda İran’ın diyaloğa hazır olduğunu bildirmesine rağmen Trump 22 Haziran sabaha karşı B2 bombardıman uçaklarıyla Fordo’daki yeraltı atom tesislerini, Natanz ve İsfahan’daki tesisleri de denizden atılan bombalarla vurdu. Natanz ve İsfahan’daki tesisler 20 m derinlikte olduğu için denizden atılan füzelerle vurulabiliyor. Trump ve Netanyahu bu “başarılarını” kutlarken bölge ülkeleri, dünya kamuoyu büyük bir tedirginlik yaşıyor. Zira Ortadoğu’nun yeni bir savaşın başlamasından korkuyorlar.
Siyasi çözüme hâlâ bir olanak verilebilir
ABD’nin İran’a bu ağır saldırısından sonra İran’ın büyük bir tepki vereceği beklenmektedir. Bu ise Ortadoğu’da daha büyük bir savaşa doğru gidilebileceğinin habercisidir. Trump açıkça İran’a “Şimdi barış zamanı… İran bu savaşı sona erdirmeyi kabul etmelidir… İran tarafından ABD’ye karşı yapılacak herhangi bir misilleme, bu gece şahit olunanlardan çok daha büyük bir güçle karşılanacaktır” diyerek hem İran’ı tehdit ediyor, hem Ortadoğu’da savaş tehlikesini yükseltiyor. ABD Dışişleri Bakanı Rubio da “İran’ın misilleme uygulaması bugüne kadarki en büyük hatası olur” demektedir. Trump ve Rubio’nun bu tutumu açıkça İran’a “teslim ol!” çağrısıdır. İran ise asla teslim olmayacağını açıkladı. İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan da İran’ın ABD saldırılarına kesinlikle sert yanıt verileceğini açıkladı. Anlaşılan Ortadoğu’da sular daha uzun zaman durulmayacak. Hem ABD, hem İran tarafından yeni saldırılar olacaktır.
Yine de müzakere ve diplomasiye bir olanak daha vermek gerekmektedir. Bir kez tetiğe basmadan evvel bin kez siyeseti harekete geçirmek çok daha çözüm alıcıdır. Şimdi tüm uluslararası kurum ve kuruluşlar ayağa kalkmalı, siyasi siyasi çözümün önünü açmalıdırlar. Bunun için hemen bir ateşkes ilan edilmeli, İran’a nükleer silah üretiminden vageçecek olanaklar sunulmalıdır. Bu da İran ve İsrail dahil tüm Ortadoğu’nun atom silahlarından arındırılması, İran ve İsrail dahil tüm Ortadoğu devletlerinin “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması”na girmeleriyle ve tüm nükleer çalışma ve araştırmalarını Uluslararası Atom Enerji Örgütü IAEA’nın kontrolüne açmalarıyla mümkündür. Aynı zamnada başta İran, İsrail ve Filistin olmak üzere tüm Ortadoğu ve dünya ülkelerinin iki bağımsız ve egemen İsrail ve Filistin devletlerinin varlığını kabul etmelerini gerektiği vurgulanmalıdır. Şimdi hem nükleer silahlardan arındırılmış bir Ortadoğu, hem iki devletli Filistin’in oluşması için acil adımlar atılmasının, görüşmeler yapılmasının, Trump ve Netanyahu’ya “dur!” demenin zamanıdır.
Ortadoğu’nun temel sorunu: Bölgeye emperyalizmin müdahalesi
Ortadoğu her zaman emperyalizmin ilgi merkezlerinden biri olmuştur. Hatta ABD ve Batı, petrol nedeniyle bir ara Ortadoğu’yu kendi yaşamsal çıkar alanı ilan etmişti. Eskiden Sovetler Birliği’ni, şimdi de Rusya ve Çin’i bölgeden hep uzak tutmaya çalışmış, Ortadoğu’yu kendi arka bahçesi gibi görmüştür. Yani: Ortadoğu’nun temel sorunu emperyalizmin bölgeye müdahale sorunudur. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında bölgeye hükmetmek için başta İngiliz emperyalizminin çıkarlarına ve onun böl-yönet politikasına uygun olarak bölge cetvelle çizilen sınırlarla başta Kürt halkı olmak üzere Araplar ve diğer halklar paramparça edilmiştir. Bunlardan Kürt halkının özgürlük ve birlik mücadelesi günümüzde de Ortadoğu’nun temel bir sorunu olarak sürmektedir. Emperyalizm çıkarlarını halklar arasına ektiği düşmanlıklarla onları birbirine düşürerek yürütmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonunda dağılan Osmanlı İmparatorluğunda Filistin İngilizlere bağlı mandat bölgesi oldu ve buraya Yahudilerin yerleşmesini de sağladı.
İkinci Dünya savaşı sonrasında bölgede, Filistin toprakları üstünde bir Yahudi İsrail devletinin oluşturulmasıyla yepyeni bir durum ortaya çıktı. Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma girişimi 19. Yüzyıl sonunda oluşturulan Herzl liderliğindeki Siyonizm hareketiyle başladı (İsmini Kudüs’teki Sion tepesinden alır). İkinci Dünya Savaşı sonrasında Hitler faşizmi soykırımı Holokost’dan geri kalan Yahudilere bir vatan arayan İngiliz ve ABD emperyalizmi bunu Filistin toprakları üzerinde kurulmasına karar verdi. Ama önce İngilizler Filistin üzerindeki mandat yetkisini yeni kurulan Birleşmiş Milletlere devretti ve Birleşmiş Milletler de Filistin topraklarında biri Yahudi diğeri Arap olmak üzere iki devletin kurulmasına karar verdi. Yahudiler ise 14 Mayıs 1948’de İngiliz mandasının bitmesiyle hemen İsrail devletini kurduklarını ilan ettiler. ABD hemen bu devleti tanıdı. Kurulan İsrail devletiyle yalnız Yahudiler bir devlete kavuşturulmuyor, başta Araplar olmak üzere bölge halklarına karşı emperyalizmin çıkarlarını savunan ve emperyalizmin yardımıyla bölgede kendi hegemonyasını kuracak olan bir devlet oluşturuyorlardı. Böyle bu devlet dayatmasını başta Filistin halkı ve Araplar olmak üzere bölge halkları kabul etmedi. Daha İsrail’in kuruluşunun ertesi günü Filistinliler ve Araplar İsrail’in varlığını kabul etmediler, karşı çıktılar ve savaş açtılar. Bundan sonra İsrail çevresindeki Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan Arap devletleriyle yıllarca süren savaşlara girişti. Bu savaşların hepsini emperyalist devlerin desteğiyle İsrail kazandı. İsrail artık yavaş yavaş bölgeye yerleşti. Hem uluslararası alanda hem de bölgede varlığı kaçınılmaz olarak kabul görmeye, diplomatik olarak tanınmaya başlandı. Aynı esnada uluslararası emperyalist güçlerden aldığı destekle İsrail Mısır’ın, Ürdün’ün, Suriye’nin, Lübnan’ın topraklarına saldırmaya, işgal ve ilhak etmeye de başladı. İsrail bölgede bir “çıban başı” haline geldi. Özellikle toprakları elinden alınan Filistin halkı Arafat önderliğinde İsrail’e karşı direnişe geçti.
Çözülmeyen iki devletli Filistin sorunu ve İran
İkinci Dünya Savaşı sonunda Araplara ve bölge halklarına dayatılan İsrail devleti zamanla ABD’nin ve Batı’nın da etkisiyle hem Filistinliler ve Arap ülkelerinin bir kısmında, hem İsrail’de bugüne kadar süren bir barışma, anlaşma ve uzlaşma görüşü ağırlık kazanmaya başladı. Bunun açık belirtisi Mısır-İsrail yakınlaşması, Oslo ve Rabin-Arafat görüşmeleri oldu. Bu süreçte Batı Şeria ve Gazze’de Filistin otonom bölgesi oluştu. Ama Rabin’in öldürülmesiyle İsrail’de bu süreç büyük ölçüde baltalandı, sertlik politikası yeniden ağırlık kazandı. Gazze ablukaya alındı, Batı Şeria’da Yahudi yerleşim yerleri kurulmaya başlandı. İsrail’in bu politikası Arap ve İslam ülkelerinde, hatta dünya kamuoyunda büyük tepkilere neden oldu. Arap ve İslam ülkelerinde yeniden İsrail karşıtlığının yükselmesine neden oldu. Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinliler İsrail’in düşmanca barbar uygulamalarına karşı ayaklandılar, Filistinli gençler arasında “İntifada” hareketi doğdu. Bu Filistililer ve Arap halkları arasında İsrail’in varlığının reddini yeniden güçlendirdi. Son olaral İsrail’in Gazze’de işlediği insanlık dışı katliam, barbarlık, arasında 15 bin çocuk 50 bin cinayet İsrail karşıtlığını ve düşmanlığını bir kez daha arttırdı.
Bu gelişmeler sonunda bir kısım Arap ülkeleri İsrail’le barışmayı düşünürken bazı Araplar İsrail’le barışma ve anlaşmayı kesinkes reddeden ve İsrail’in hâlâ devlet olarak ortadan kaldırılmasını savunmaya devam ettiler. Bunlar Filistin-Gazze’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Suriye’de Esad rejimi oldu ve tüm bunların arkasında İsrail’in yok edilmesini savunan İran Molla rejimi durdu. Şah döneminde İran İsrail’i tanıyordu. 1979’da İran’da iktidarı alan Mollalar ABD ve İsrail’i “şeytan” ilan ettiler ve İsrail’in ortadan kaldırılması için savaş açtılar. İran Molla rejimi elindeki ekonomik ve askeri güçle hem İsrail karşıtlarını destekledi, hem de böylece bölgede büyük bir etkinlik ve hegemonik bir konum elde etmiş oldu. Burada Şiilik de önemli bir rol oynadı. Buna bir de Molla rejiminin atom bombası yapma projesi eklendi ve İran Molla rejimini daha güçlü bir konuma getirdi. Atom bombası yalnız Israil’e değil, bölge halkları içinde bir tehdit demekti. Ama bu durum İsrail’in Gazze saldırısı ve Suriye’de Esad rejiminin devrilmesiyle değişmeye başladı. Eli güçlenen İsrail hedefi atom bombası üretmeye çalışan İran’a yöneltti. Amaç İran’ın atom bombası üretmesini engellemek, Molla rejimine son vermekti.
Dünyada şu an atom bombasına sahip olan devletlerin dışında diğer devletlerin atom bombasına sahip olmamasını, uranyumun yalnız sivil alanda, özellikle enerji ve bilim alanlarında kullanılmasını öngören bir mutabakat var. Ama bazı devletler buna uymamakta, atom bombasına sahip olmak istemektedir. Çünkü atom bombasına sahip olan ülke güçlü devlet konumuna gelmekte, büyük devlet karşısında kendisine bir dokunmazlık zırhı elde etmekte, vurulamaz konumuna gelmektedir. Kuzey Kore yaptığı atom bombası ve balistik füzelerle bu konuma geldi. Şimdi İran da yapacağı bir atom bombasıyla böyle bir konuma gelmek istemektedir. ABD ve İsrail de buna izin vermeyiz, sana bölgede hegemonya kurdurmayız, bize de nükleer bir tehdit oluşturmana olanak vermeyiz, tüm tesislerini bombalarız demektedirler. İran’daki Molla rejim ise bu benim hakkım, bu hakkımdan asla vazgeçmem diyor. Görülen o ki, ABD’nin İran’ı bombalaması kaçınılmaz olacaktır. 22 Haziran’da da bombalamaya başladı. İran’ı nükleer silah yapmaktan vazgeçmeye zorlamaktadır. Burada diplomasiyle hâlâ İran nükleer silah yapmaktan vazgeçirilebilir mi sorunu ortaya çıkmaktadır.
İran atom boması yapmaktan nasıl vazgeçirilir
İran Molla rejimini nükleer silah üretmekten vazgeçirmenin zor da olsa iki yolu var. Biri İran’a diplomatik baskıyı arttırmak, ikincisi de İsrail’e bir Filistin bir de İsrail’den oluşan iki devletli Filistin çözümünü kabul etmesi için baskı yapmaktır. Bu iki sorun birbirine giriftir. Ama Batı İsrail’e baskı yapmak istemiyor. İran’a da diplomatik baskı değil askeri, silah, bombardıman baskıları yapmayı tercih ediyor. Oysa İran Molla rejimine diplomatik baskılar daha tüm yoğunluğuyla yapılmış değildir. Ne Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve diğer uluslararası kuruluşlar tam müdahil olmuş değiller. Eğer Güvenlik Konseyi 5 daimi üyesi, ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa birlikte Birleşmiş Millletler Genel Sekreteri başkanlığında İran’a “dur!” derse, Molla rejimi geri adım atmak zorunda kalabilir. Ama bu diplomatik kanallar işletilmiyor, zira bu girişimler ABD ve İsrail’in işine gelmemektedir. Onların planları bambaşkadır. Filistin sorunu devam etsin, İsrail bölgenin hükümranı olsun. Bunu da bölge halkları kabul etsin istiyorlar. Bölge halkları ise buna yanaşmıyor.
Ortadoğu’da gerçek şu ki, İsrail Filistinlilere Batı Şeria ve Gazze’de bir Filistin devleti kurma hakkı tanımadığı ve Gazze’de Batı Şeria’da Filistin topraklarını işgal ve ilhak etmeye, Filistin halkına zulüm etmeye, Arap ve İslam halklarına tehdit savurmaya devam ettiği sürece İsrail’in kendisi huzur bulamaz ve başta İran Molla rejimi olmak üzere radikal Arap milliyetçi akımlardan İsrail’i yok etme tehdit ve saldırılarından da kurtulamaz. Bu Molları ve radikal akımları durdurmanın ilk adımı İsrail’in Filistinlilerin devlet kurma hakkını tanıması ve komşu ülkelerle barış içinde yaşayacağını ilan etmesidir.
Ama Ortadoğu’nun bir huzura kavuşmasını başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler istememektedir. Onların hedefi bölgeye İsrail’in hegemon olduğu bir düzen yerleştirmektir. Erdoğan’ın da Eşbaşkan olduğu BOP denen Büyük Ortadoğu Projesi’nin de asıl hedefi İsrail’in bölgede hegemonyasını oluşturmaktır. ABD ve İsrail son gelişmelerle bu yönde büyük bir mesafe katetmiş bulunmaktadırlar. Onlar bu hedeflerine silahla ulaşmak istemektedirler. Bu ise Ortadoğu’nun ateşe verilmesi demektir. Bu acilen engellenmelidir. Bunun için bölge halkları ve düya kamuoyu ayağa kalkmalıdır. İsrail saldırılarını hemen durdurmalı, ABD’nin saldırılara müdahil olması hemen engellenmeli, diplomasi ve müzakereye bir olanak daha verilmelidir.
Emperyalist-Siyonist saldırı sırası Türkiye’de mi?
Günümüzde Ortadoğu uzun zamandan beri yaşamadığı gerginlikleri, değişim ve dönüşümleri yaşamaktadır. 7 Ekim 2023’deki dünya kamuoyunun şiddetle protesto ettiği Hamas’ın İsrail’e barbar terör saldırısını İsrail tüm Gazze ve Filistin halkına karşı toptan bir saldırıya dönüştürdü. İsrail ve Netanyahu Hamas’ın saldırısını hem kendi geleceğini, hem de Ortadoğu’da yeni bir durum yaratmak, İsrail’in pozisyonlarını güçlendirmek için kullanabileceğini gördü ve bu fırsatı kaçırmama kararı aldı. Hemen saldırıya başladı. Gazze’yi yerle bir etti, Yaşanmaz hale getirdi. Lübnan’a saldırdı. Hizbullah’ın kolunu kanadını kırdı. ABD ile birlikte Suriye’de Esad’ı devrilmesini, Colani gibi bir El Kaidecinin Şam’da iktidarı almasını sağladı, bölgeden İran’ın varlığı ve desteği ile gitmesini gerçekleştirdi. Sırada artık İran’ı İran’da vurma dönemi başladı. Bundan sonra sırada kim olacağı soruluyor.
ABD ve İsrail’in BOP çerçevesinde İran’a saldırılarından sonra sırada, listesinde Türkiye olduğu alenen bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği dillendiren arasında yalnız solcu ve demokratlar değil, Türk faşistlerinin ve milliyetçilerinin lideri MHP Başkanı Devlet Bahçeli de bulunmaktadır. Bahçeli daha önce İsrail’in Gazze ve Lübnan’a, daha sonrada Suriye’ye saldırılarını dikkate alarak siyonist ve emperyalist saldırıların Türkiye’yi de hedef alacağını söyleyenlerdendi. Türkiye’nin bu siyonist-emperyalist saldırıları boşa çıkartmasının tek yolunun da Kürt ve Türklerin bir cephe oluşturmaları, birlik içinde olmaları gerektiğini ilk vurgulayanlardan biri yine Devlet Bahçeli oldu. Bahçeli’nin daha Ekim 2024’de Öcalan ve Kürtlerle görüşelim, yeni bir dönem başlatalım, Türkiye cephesini güçlendirelim, yeni bir barış süreci açalım derken emperyalist-siyonist saldırıların sırasının Türkiye’ye gelmekte olduğunu gördüğü ve bu saldırıyı boşa çıkartmanın tek yolunun Türklerle Kürtlerin birlik olması gerektiğini görmesiydi. İran’a emperyalist-siyonist saldırılar Türk egemen güçlerini oldukça ürkütmüş görünüyor. Bu tedirginlik yerindedir. Sıra Türkiye’ye gelmektedir.
Sırada gerçekten Türkiye mi var?
Bazıları emperyalist-siyonist saldırıların hiçbir zaman Türkiye’ye yönelmeyeceğini söyleyebilmektedirler. Kimi Türkiye-İsrail dostluğunun, kimi de Erdoğan-Trump dostluğunun buna izin vermeyeceğini, kimi de Türkiye’nin büyük ve güçlü bir devlet olduğunu, kimsenin Türkiye’ye saldırmaya cesaret edemeyeceğini belirtmektedirler. Bunlar doğru bir yaklaşım değildir, Bunlar ya Ortadoğu’da emperyalist-siyonist politikaları tam bilmiyorlar, ya da Türkiye’nin gücünü abartmaktadırlar. Türkiye şüphesiz büyük bir devlettir, ama güçlü bir devlet değildir. Bir emperyalist-siyonist saldırıyı karşılayacak, önleyecek ne bir bir hava savunma ve saldırı sistemi vardır, ne de roket ve füze sistemi vardır. Elinde en iyi uçaklar tamir ve yenilenme bekleyen F16’lardır. ABD ise bunları ne tamir ediyor ne de yeniliyor. İsrail’in elinde ise radarlara görünmeyen dünyanın en hızlı F35’leri bulunmaktadır. Rusya’dan alınan, işe yaramayan S400’ler nedeniyle ABD Türkiye’yi hem F35 hem F16 programından çıkarttı. Türkiye hava savunmasız kaldı. Türkiye’nin kendi savaş uçağı Kaan ise ancak 2030’lu yılların sonunda üretime geçebilecek. İran’ın hava savunmasının olmamasının nedeni elindeki uçakların çok eski olması ve ABD’nin Çin ve Rusya’nın İran’a modern uçak satmasını yasaklamasıdır. Şimdi sormak gerekir: Acaba Türkiye de aynı durumda mıdır?
İran’dan sonra sıranın Türkiye’ye gelip gelmeyeceğinin altında sübjektif değil objektif nedenler bulunmaktadır. Bu ne İsrail’in Tevrat’taki büyük Yahudi imparatorluğunu kurma isteğine, ne de Trump’ın İsrail veya Netanyahu sevgisine bağlıdır. Emperyalist-Siyonist saldırının şimdi İran’a, sonrada Türkiye’ye yönelmesinin altında ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden dizayn edecek olan BOP Projesi yatmaktadır. ABD’ye göre Ortadoğu’da liderlik için yarışan, rekabet eden 4 devlet: İran, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, bir de İsrail olmak üzere 5 devlet vardır. Bu 5 devlet içinde ABD’nin favorisi İsrail’dir. İlk 4 devletin değişik düzeylerde İsrail’e karşıtlığı varken, ABD 2000’li yılların başında İsrail’le arası oldukça iyi “demokratik bir müslüman devleti” olan Türkiye’yi Ortadoğu’nun lideri olabilecek ülke olarak görüyordu. Bu nedenle Erdoğan ABD tarafından BOP Eşbaşkanı yapılmıştı. Ama daha sonra, özellikle Suriye’de İŞİD saldırıları sırasında AKP ve Erdoğan’ın Ortadoğu’da Yeni Osmanlıcı yayılma niyeti olduğu ortaya çıkınca, Amerika’nın öngördüğü şekilde Kürtlerle bir barış yapmayı reddedip savaşa devam edince Türkiye’nin veya Erdoğan’ın Ortadoğu liderliği suya düşmüş oldu.
Ortadoğu’da ABD’nin güvendiği tek ülke İsrail
Bundan sonra ABD için Ortadoğu’nun lideri olacak, güvenilir tek ülke artık İsrail. İsrail uzun zamandan beri ABD’nin de “bastırmasıyla” da bölge Arap devletleri tarafından kabul edilmeye başlandı. İsrail’le ilişkilerini ilk normalleştiren Mısır ve ardından Ürdün oldu. 2020 yılında ABD’nin de girişimiyle “İbrahim Anlaşmaları” çerçevesinde Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas İsrail’le ilişkilerini normalleştirdiler. Suudi Arabistan’ın da bu “kervana” katılacağı söyleniyor ama, Suudi yönetimi önce “Filistin-İsrail anlaşmazlığında bir çözüme ulaşılmasını” öne sürmektedir. Yani Arap ülkelerinde İsrail’le ilişkilerin artık düzelmesi konusunda genel bir eğilim bulunmaktadır. Bunlar daha sonra ABD’nin dayatmasıyla zımnen ABD yanında İsrail’in liderliğine karşı çıkmayacakları anlaşılmaktadır.
İsrail’in bölge liderliğine ciddi karşı çıkacak iki ülke kalmaktadır: İran ve Türkiye. Gazze, Lübnan saldırılarından sonra Suriye’de Esad’ı devirip İran’ı Yakın Doğu’dan çekilmesini sağlayan ABD ve İsrail, eğer şimdi giriştiği saldırılarla İran’ın atom bombası, füze projelerini engellerse, artık İran’ın Ortadoğu’da lider olma niyeti suya düşmüş olacaktır. Eğer ABD ve İsrail bunu başarabilirse o zaman İsrail’in bölge lideri olmasına karşı çıkacak son devetin, Türkiye’nin de “haddinin” bildirilmesi gerekecektir. Bunun için ABD’nin elindeki Kürt “kozunu” oynaması büyük ihtimalle mümkündür. Bunun mümkün olduğunu görenlerden biri de Bahçeli çevresindeki derin devlet oldu. Bahçeli’nin sürekli Kürtlerle sürecin yürütülmesini istemesi, bu derin devletten aldığı güce dayanmaktadır.
ABD ve İsrail’in Türkiye’ye saldırısını engelleyecek tek polika: Kürt-Türk birliği
Şu halde ABD’nin ve İsrail’in Türkiye’ye yönelik saldırılardan caydırmanın yolu ne F35 gibi pahalı hava savunma sistemleri, ne de patriot veya S400 gibi pahalı füzeleridir. ABD ve İsrail’in Türkiye’ye yönelik saldırı plan ve projelerini suya düşürecek olan bu Kürt ve Türk “iç cephesi” veya “birlik ve kardeşliğinin” yaratılmasıdır. Bunun Türkiye’ye mal olacak hiçbir masrafı olmadığı gibi dev gibi sağlayacağı kazanımları vardır. Kürtlerle birliğini sağlamış bir Türkiye’nin hem bölgede saygınlığı artacak, hem bölge sorunlarında arabuluculuk girişimleri itibar görecektir. Bu Türkiye’ye İsrail’in de kabul edebileceği bir şekilde bölgenin “zımnen” lideri olma olasılığının yolunu da açacaktır. Bilinmeli ki geçerli olan liderlik güçle, dayatmayla kazanılan değil, saygı, itibar ve dayanışmayla kazanılan liderliktir.
Şimdi yapılacak olan şey, son zamanlarda Öcalan, Kandil ve DEM’le başlayan müzakere sürecinin hızla sonlanması için çalışmalar hızlandırılmak, Kürtlerle eşitlik, özgürlük, özerklik, demokrasi temelinde yepyeni bir “birlik ve kardeşlik” yaratmak olmalıdır. Emperyalizme ve siyonizme verilecek en iyi ders ve caydırıcılık da bu Kürt-Türk “birlik ve kardeşliği”dir. Bu nedenle Türk işçi ve emekçileri, aydınları, kadınlar ve gençleri, çevre aktivistleri, sol, sosyalist, komünist, devrimci, demokratik, barışsever, yurtsever güçler PKK’nın silahları bırakma, kendini feshetme kararıyla yeni bir aşamaya yükselmiş olan barış ve çözüm sürecinin demokratik temellerde sonuçlandırılması için mücadeleyi yükseltmelidirler. Bu ne kadar erken başarılırsa Türkiye’ye emperyalist-siyonist saldırılar da o kadar erken püskürtülmüş olacaktır.