Haber / Yorum / Bildiri

Türkiye’nin yumuşak karnı Ermeni soykırımının inkârı (Bölüm: 2)

Rumeli’den göçün acısıyla Tehcirin acısı çok farklıdır

Savaş YENER

Son zamanlarda Rumeli’den, Balkanlar’dan göçmek, evini, toprağını terk etmek zorunda kalan bazı Balkan göçmenleri; evini barkını, toprağını, vatanını terk etmenin acısının ne olduğunu biz de biliriz diyerek Ermenilerin acısını anladıklarını ileri sürebilmektedirler. Acılar karşılaştırılmaz, ama iki acı kökten farklıdır. Balkanları Osmanlılar zorla fethettiler, fethettiğimiz yer bizimdir dediler. Ama bir gün esir alınan halk uyanıp, güçlenip zaptedilen toprağını geri alma mücadele vermeye başlayınca Türklere zaptedilen topraklardan geri çekilme zorunluğu doğdu. O topraklardan geri çekilirken devlet onların yanındaydı. Devlet onları Balkanlar’dan aldı Anadolu’nun en mümbit yeri olan Marmara ve Ege’ye yerleştirdi. Ermenilerin durumu ise tamamen farklı. Anadolu’nun yerlisi Ermeniler ve Rumlar. Türkler bu topraklara sonradan, 1071’den sonra gelip yerleştiler. Ermenilerle, Rumlarla yan yana yaşadılar. Sonunda onları tümden bu topraklardan söküp attılar, katlettiler, kalanları çöle sürdüler, mübadele ettiler. Balkanlar’dan gelenler “evlad-ı fatihan” olarak Türkiye’de egemen güç oldular, katledilen Ermenilerin ve Rumların topraklarının üstüne oturdular. Rumeli’den göçle Ermeni tehciri tamamen ayrı konulardır. Rumeli göçmeni de yollarda öldü, ama Ermeni “göçmeni” yolda devlet tarafından öldürüldü.

Ama Türklerin her iki konuda özeleştiri yapması yüzleşmesi gerekmektedir. Balkanlara Türkler Osmanlı tarafından “kılıç hakkı” olarak yerleştirildi. Balkan halkları Osmanlı egemenliğini hiçbir zaman kabul etmedi. Her fırsatta isyan etti. İsyanları ezildi, ama yine isyan etti. Bu zulme başkaldırmak onun en doğal hakkıydı. Osmanlı’ya karşı isyan eden Kazıklı Voyvoda veya diğer adıyla Drakula Türkler için bir kan emicidir, ama Romenler için milli kahramandır. Tepedelenli Ali Paşa Arnavutluk’ta isyancıların başına geçmiş, padişah kellesini aldırmıştır. Ama Tepedelenli Ali Paşa Arnavutluk’ta milli kahramandır. Ve bugün Arnavut hükümeti resmen Türkiye’den Tepedelenli Ali Paşa`nın kellesini ve hatta buna ek olarak ailesi Arnavutluk’ta milli kahraman olan Ali Sami Yen’in mezarını istemektedir. Rumeli göçmenlerinin biz de acılar çektik demeden önce, Balkan halklarına verilen acılarla yüzleşmesi gerekmektedir. Ancak o zaman Ermeni halkının acısını anlayabilir.

Soykırım veya Tehcir Ermeni çetelerinin “katliamlarının” sonucu değildir

Birçok ulusalcı ve gerici Türk aydın ve politikacısı tehcirin, soykırımın nedeninin Ermeni “çetelerinin” Türklere, müslümanlara uyguladıkları “katliamların” neden olduğunu ileri sürüp, kendilerini aklayıp, mağduru suçlu duruma sokmaya çalışmamaktadırlar. Biden’a verdiği cevapta Erdoğan’da katliam, kıyım, kırım yapanın Türkler değil Ermeni çeteleri olduğunu ispat etmeye çalışmakta ve şöyle demektedir:

“Pek çok toplum gibi Ermeniler de bu dönemde dini özgürlüklerini kazanmışlar, sosyal statülerini güçlendirmiştir. Tarihimize 93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus harbi) diye geçen hadiseye kadar bu barış iklimi sürmüştür.  Osmanlı’nın son döneminde ülkedeki pek çok kesim Batılılar tarafından tahrik edilerek, silahlandırılarak bize karşı ayaklandırılmıştır. Balkan toprakları bu şekilde başlatılan asimetrik savaşlarla ülkeden koparılmıştır.  Doğu’da da aynı senaryo Çarlık Rusya’sının iştirakiler Ermeniler üzerinden oynanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’na kadar 40 civarında isyan çıkaran Ermeni çeteler büyük katliama yönelmişlerdir.  Batılıların siyasi ve ekonomik, Rusların askeri desteğiyle palazlanan Ermeni örgütleri köyleri ve şehirleri basıp kadın çocuk ihtiyar demeden öldürmüşlerdir… Osmanlı devletinin bu tarihte yaptığı tutuklamaların ardından 27 Mayıs’ta sevk ve iskân kanunu çıkartılmış, 1 Haziran’da da uygulamasına geçirilmiştir.  Yapılan işlem artarak süren katliamlara yönelik alınmış tedbirlerdir… Ermeni çeteler sadece masum ve savunmasız insanları katletmişlerdir. Sadece Muş’ta 1 yıl içinde 20 bin vatandaşımız katliama maruz kalmıştır. Hızlarını alamayan Ermeni çeteciler Trabzon civarındaki Rum ve Hakkâri civarında Musevi Osmanlı vatandaşlarımızı topluca öldürmekten çekinmemiştir.”

Erdoğan’ın bu yaklaşımı Türk tarihçilerinde görülen egemen anlayıştır, bu anlayış yüzeyseldir, olayların kökten çarpıtılmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu zorba ve despot yönetimiyle 19. Yüzyıla kadar zapettiği topraklardaki halkları egemenliği altında tutabildi. 19. Yüzyılda özellikle Avrupa’da gelişen kapitalizm ve onun yarattığı ulus devlet anlayışı hızla Osmanlı topraklarında da yayılmaya başladı. Halklar feodal Osmanlı despotizminden kurtulup, kendi ulus devletlerini kurup özgür yaşamak istemeye başladılar. Ulusal bilinç geliştikçe halklar Osmanlıya baş kaldırdılar. İlk başkaldırılar Balkanlar’da ve Anadolu’da Rum, Ermeni gibi Hıristiyan halklar oldu. Bunu Kürt ve Arap ve diğer Müslüman halklar izledi. Balkan halklarının Osmanlı’dan “koparılması”nın esas nedeni, onları Batılıların ve Çarlığın tahrik etmesi” ve “silahlandırması” değil, bu halkların kendi topraklarında Osmanlı mezalimi altında değil, özgürce kendine buyruk yaşama istemlerinden ileri gelmiştir. Bugün nasıl başta Erdoğan olmak üzere Türk devleti Türk zulmü altında eşitsiz yaşamak istemeyen Kürt halkının isyanını Batılıların, emperyalistlerin “tahrik” ve “silahlandırması” olarak görüyorsa, tarihteki Balkan halklarının ve Ermeni halkının direnişine de aynı gözle bakmaktadır. Nasıl bugün Erdoğan ve Türk devleti Kürt halkının özgürlük istemini zorla ezmeye kalkıyorsa, o zaman da Osmanlı devleti halkların bu özgürlük talep ve isyanlarını zorla ezmekten ve zulmetmekten başka cevap bulamadı. O gün de bugün de halklarla ortak bir yaşam alternatifi geliştirilemedi. Bu onların doğasına da aykırıydı. Bugün nasıl Kürtlerden gelen eşit, özgür, ortak demokratik yaşam reddediliyorsa, o zaman da özellikle Ermenilerden gelen eşit, özgür, demokratik ortak yaşam önerilerini reddedildi. Marksist Hınçak Partisi’inden bu önerileri getiren Paramaz ve 19 yoldaşı, 20’ler 15 Haziran 1915’de Beyazıd Meydanı’nda idam edildi.

Zulüm altında olan halkların diğer halklardan yardım istemesi veya zulüm gören halklara başka devletlerin destek vermesi onların suçu değil, zulmü yapan devletin suçudur. Zulüm karşısında susmak insanlık suçudur. Şimdiki Türk devleti gibi Osmanlı devleti de “Tabaamdaki halkları hükümranlığım altında tutmak için ne yaptığıma kimse karışmasın, ister zulmederim, ister öldürürüm” diyordu. Ama böyle bir dünya artık yoktu. 93 Harbi yenilgisinden sonra başta Ortodoks Rus Çarlığı olmak üzere diğer Hıristiyan Avrupa devletleri Rum ve Ermeni Ortodoks halkını Osmanlı baskısına karşı himaye etmeye başladılar. Bu Osmanlılarla Ermeniler arasında gerilimin artmasına neden oldu. Osmanlı kendi halklarına “sahip” çıkamadı. Onların “çetelerine” ve isyanlarına da ayrılıkçı, bölücü, düşman gözüyle baktı. “Çeteleri” kendi baskıcı politikasının sonucu olduğunu görmek istemedi. Her halkın ayrılma, ayrı yaşama hakkını veya eşit, özgür, demokratik ortak yaşam talebini kabullenemedi. Bu kabul edilmezse girişilen her bastırma hareketi günümüzde olduğu gibi bir soykırıma dönüşür.

Hamidiye Alayları

Özellikle Doğu Anadolu’da Ermeniler arasında milliyetçi gelişmeleri bastırmak için 1891’de Padişah Abdulhamid bölge aşiretlerinden kendi adını taşıyan Hamidiye Alaylarını kurdurdu. Bu alaylar Ermeni köylerini basıp Ermenileri yurtlarından sürmeye, mal ve mülklerine el koymaya, talan ve yağma etmeye başladılar. Erdoğan Doğu Anadolu’da “çetelerden” bahsediyor ama Hamidiye Alaylarının varlığından söz etmiyor. Hamidiye Alaylarına karşı Ermeniler de örgütlendiler, çeteler kurdular, kendilerini savunmaya, karşı koymaya ve isyan etmeğe başladılar. Artan gergin ortamda karşılıklı kırım ve kıyımlar olduğu ortadadır. Çeteleri, isyanları doğuran devletin baskısıdır. Çeteler neden değil sonuçtur. Hamidiye Alayları devletin Ermenilere karşı ilk kırım ve katliam girişimidir. Soykırımın başlangıcıdır. Bugün geri dönüp bakıldığında “çetelerin” oluşmasının nedeni devlet politikasında görülmüyorsa, bu bilinçli bir çarpıtmadır. Bir devletin devlet olarak asayişi sağlama mücadelesinden hareketle, halka karşı mücadele etmesi haklı gösterilemez. Bunun için “çapulcu” alayları, derin devlet mafyaları oluşturulamaz. Ermeni “çeteleri” oluştu diye devlet Ermeni halkını toplayıp katledemez, tehcir edemez, sürgüne gönderemez. O gün Ermeni halkı için geçerli olan bugün Kürt halkı için de geçerlidir.

Hamidiye Alayları daha çok gelişen Ermeni ulusal bilincini, ulusal taleplerini bastırmaya yönelikti. Tehcir, soykırım İttihatçılarla birlikte gelmiştir. Çünkü Türk milliyetçiliğinin geliştiği, Pantürkizm anlayışının yaygınlaştığı, Anadolu’nun Türklere vatan edilmesi İttihat ve Terakki’yle birlikte devlet politikası olmuştur. Tehcir uygulaması, soykırım bu politikanın sonucudur. Ermeni “çeteleri” Osmanlı baskısının, zulmünün sonucudur. Tehcir, soykırım Anadolu’nun Türkleştirme, Türklere vatan yapma politikasının sonudur. Bunun günümüzde yaşadığımız somut örneği PKK ve Kürt sorunudur. PKK “çeteleri”nin ortaya çıkışı ve isyanı Türk devletinin Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Kürtlere yapılan baskının, inkâr ve imhanın, zorla asimilasyonun, Türkleştirme politikasının sonucudur. PKK ile mücadele etme adına Kürt köylerini basmak, yıkıp yakmak, halkı köylerinden, şehirlerinden çıkarıp sürmek, halka karşı Sur’da, Cizre’de katliam uygulamak, sınır ötesinde Suriye ve Irak’da Kürtlere saldırmak, İŞİD’e katliamlar yaptırmak soykırımdır. Ermeni soykırımıyla yüzleşilmiş olsaydı bugün Türkiye’nin Kürt sorunu diye bir sorunu olmazdı.   

Toprak ve tazminat talebi soykırımla yüzleşmeye engel olamaz

Yıllardan beri devletin, özellikle ulusalcı kesimin Ermeni soykırımını inkâr etmesinin nedeni, soykırımın kabul edilmesi durumunda Ermenilerin toprak ve tazminat taleplerinde bulunacakları korkusudur. Özellikle Biden’ın soykırım açıklamasıyla bu olasılığın şimdi çok daha fazla artmış olduğu görüldüğünden, egemen güçler bir ağızdan Biden’ın açıklaması bizim için “yok hükmündedir” dediler. Yine de ABD’de Türk devletine karşı büyük tazminat davalarının açılabileceğinden korkmaktadırlar. Bunun için de diasporada, özellikle ABD’deki Ermenilere “iflah olmaz Türk düşmanı” diye saldırmaktadırlar. Aynı şekilde Ermenistan devletine de.

“Korkunun ecele faydası yoktur” diye bir özdeyiş vardır. Bugün olmazsa yarın bu sorun gündeme gelecektir. Bu talepte bulunacak olanlar topraklarından koparılan, yurdundan sürülen, soykırım acısını, tehcir acısın bilfiil yaşayan, tesadüfen kurtulan ve ABD’ye, Latin Amerika’ya ulaşan Ermenilerin çocukları ve torunlarıdır. Onlar bu acıları dinleyerek büyüdüler. Bugün dedelerinin topraklarını istemelerinden, Türklerden bir özür beklemelerinden daha doğal ne olabilir? Erdoğan’ın Ermeni Patriği Maşalyan’a 24 Nisan nedeniyle gönderdiği mesajda “Birinci Dünya Savaşı’nın zor şartlarında hayatlarını kaybeden Osmanlı Ermenilerini saygıyla yâd ediyor, torunlarına taziyelerimi sunuyorum” açıklaması ne bir acı paylaşımı, ne bir özürdür, tam tersine, egemen inkârcı dilin bir yansımasıdır. Ermeniler “Birinci Dünya Savaşı’nın zor şartlarında” hayatlarını durup dururken, bir kaza sonucu kaybetmediler. Ermeniler Osmanlı devleti, Türkler tarafından katledildiler, bu nedenle torunlarından, Ermeni halkından özür diliyorum denmesi gerekir. Eğer Türk devleti böyle bir yaklaşımı sergiler ve tarihle yüzleşmeye hazır olduğunu açıklarsa, bu yönde bir adım atarsa, şu bilinsin ki Ermeniler bin adım atacaktır. Barışmanın, kucaklaşmanın dili katliamın, Meds Yeghern’in, soykırımın kabulü ve özür dilemedir. Bu adım politiktir, tarihçilerden oluşacak komisyonlara havale edilemez. Önce politikacıların, devleti yönetenlerin sorumluluğu üslenmesi gerekir. Bunu tarihte yaşananlar dayatmaktadır.

Soykırım suçu hem bireysel, hem kolektiftir

Artık Türkler için açıkça soykırımı itiraf etmenin, deklare etmenin zamanı çoktan gelmiş ve geçmiştir. Bizim tarihimizde de yüzkızartıcı olaylar olmuştur ve çoktur. Atalarımız, dedelerimiz Türk ulus devleti yaratırken başta Ermeniler olmak üzere, Pontus Rumlarını, Süryanileri, Ezidileri ve diğer Hıristiyan halkları kesmiştir, katliam yapmıştır, soykırım suçu işlemiştir. Eğer bu açıklamayı devlet yöneticileri yapmıyorsa, toplumun yapması gerekir. Toplum da yapmıyorsa, inkâra ortak oluyorsa, o zaman suça toplum da ortaktır. Yarın bir yargılamada tüm Türk toplumu yargılanacaktır. İnsanlığa karşı işlenen suçtan, soykırım suçundan kurtuluş yoktur. Kurtuluş yüzleşmek ve özür dilemektir. Bunun en son örneği Hitler’in Yahudi halkına karşı işlediği Holokaus, soykırımdır. Alman halkı bu suçu yalnız Hitlerin değil, bu suç işlenirken toplumun susan büyük bir kesiminin de suça ortak olduğunu kabul etti, Yahudilerden özür diledi. Bu suç hem bireyseldir, şahsen Hitler ve Nasyonal Sosyalistlerindir, ama aynı zamanda kolektiftir, susan Alman halkının ortak suçudur.

 Susmayan küçük bir kesim; komünistler, sosyal demokratlar, ilericiler ve antifaşistler Yahudiler gibi temerküz kamplarında öldürüldüler, çok azı hayatta kalabildi. Bugün bunlar ve hayatlarını riske atarak Yahudi komşularını saklayan ve onları soykırımdan kurtaran Almanlar, tüm dünyada Alman milletinin yüz akı olarak bilinir ve bunlar Almanların gurur kaynağıdır.

Son zamanlarda bazı Türk aydınları da Ermeni soykırım suçunu İttihatçıların, Enver, Talat ve Cemal Paşaların işlediğini, Türk milletinin bu kırımda suçu olmadığını yazıp çizmektedirler. Bunlardan biri Nagehan Alçı’dır. Alçı son yazısında şöyle diyor: “Binlerce Ermeni yurttaşımızın ailelerinden koparılarak yollara sürülmesi, birçoğunun yolda katledilmesi biz Türk milletinin omuzuna yüklenecek bir suç değildir. Bu sorumluluk dönemin İttihatçı hükümetine aittir. İttihatçılar bana göre de bir insanlık suçu işlemiştir.” Doğrudur, İttihatçılar bu suçu işlediler, ama onlara yardım eden ve bu suç işlenirken susan milyonlarca Türk vardı. Unun için bu suç hem bireysel, Enver, Talat ve Cemal Paşaların şahsi suçudur, ama bu suç aynı zamanda kolektiftir. Çünkü bu suç Türklük adına işlenmiştır, Türklük adına işlendiği için de Türkler yardım etmiş veya susmuştur, suça ortak olmuştur. Bu suça ortak olan Kürtler, Çerkesler de olmuştur. O dönem Kürtler ve Çerkesler sıranın, zamanın kendilerine de geleceğini, katledileceklerini göremediler. Çerkesler Adapazarı, Sakarya çevresinde katledilirken, günümüzde Kürtler bu suçu işleyen İttihatçılara yardımcı olduklarını kabul etmekte ve Ermenilerden özür dilemektedirler. Ama Türkler ise inkârda hâlâ direnmekteler ve suçu kabul etmemektedirler. Halka suçun kolektif olduğunu anlatmakta Türk aydınına büyük görevler düşmektedir.

Ermeni soykırımıyla yüzleşmek Kürt sorununun da çözümüdür

Türk ve Kürtler arasında da soykırıma karşı çıkan, Ermeni komşusunu saklayan, soykırımdan kurtaran birçok Kürt ve Türk vardır. Mesela bunlardan biri Urfalı Hacı Halil’dir. Bir diğeri Kütahya Valisi Faik Ali Ozansoy’dur. Bunlar gibi Ermenileri soykırımdan kurtaran daha çok insan vardır. Tarihle yüzleşirken hem işlenen cinayetlerin, hem bu gibi insanların bulunup ortaya çıkarılması, onların hikâyelerinin topluma mal edilmesi çok önemlidir. Tarihle yüzleştikçe hem bireysel suçtan hem kolektif suçtan “kurtulunmuş” olunacaktır. Bu “kurtuluşun” nasıl olduğuna bir örnek Cemal Paşa’nın torunu gazeteci Hasan Cemal’dir. Hasan Cemal ardıcıl tutumuyla Türklerle Ermeniler arasında barış köprüsüdür. Türkiyeli Ermeniler arasında da bu köprüyü kurmak isteyen çok insan var. Bunlardan biri Hrant Dink idi. Mücadelesini hayatıyla ödedi. Derin devlet tarafından katledildi. Son günlerde HDP Milletvekili Garo Paylan faşist Ümit Özdağ tarafından katledilmekle tehdit edildi. MHP Başkanı Bahçeli demokrat Ermeni aydınlarına “kılıç artığı” diye tehditler savurabilmektedir. Tüm bunlar Ermenilere karşı günümüzde de soykırımın devam ettiğinin birer belgesidir. Bu ulusalcı-Kemalist, İslami faşist anlayışı yıkmadan tarihle yüzleşmenin de çok zor olduğu ortaya çıkmaktadır.  

Ermeni soykırımıyla yüzleşme olmadan Kürt sorunu da çözülemez. Ermeni ve diğer Hıristiyan halkları Anadolu’dan temizlemek için Osmanlı döneminde İttihatçılar, Cumhuriyet döneminde Kemalistler Kürtlerle ittifak kurdular. Ne yaman ki Anadolu Hıristiyanlardan temizlendi, sıra Kürtlere geldi. Çünkü kurulan devlet Türk-Kürt devleti değil Türk ulus devletiydi. Bu devlette de Kürtler ya asimile olacaklar ya da yok olacaklardı. Kürtler asimilasyonu kabul etmeyip direnişe geçince onların da katliamı, soykırımı başladı. Koçgiri, Piran, Ağrı, Dersim bu katliam ve soykırımlardan sadece birkaç tanesidir. İstanbul Anadolu yakası hava alanına verilen Ermeni devşirmesi Sabiha Gökçen, 3. Boğaz Köprüsüne verilen Yavuz Sultan Selim isimleri Kürt ve Alevi katliamlarının her alanda her gün işlendiğinin diğer delilleridir. Günümüzde PKK direnişi Kürt katliamına, soykırımına dur dedi. Bu direnişin başarısı soykırıma son verilmesi demek olacaktır. Tarihte Ermeni soykırımıyla yüzleşebilinseydi, bu Kürt katliamlarının hiçbiri olmazdı. Hâlâ işlenen soykırımlara son vermenin, tarihle yüzleşmenin yolu bu faşist AKP-MHP iktidarını sonlandırmaktan, yığınları ve muhalefeti demokratik bir cephede birleştirmekten geçmektedir. Tarihle yüzleşmek ve demokratik cephe içiçedir. Bunu başarmak sol ve devrimci güçlerin omuzlarındadır.

Bir yanıt yazın