Haber / Yorum / Bildiri

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!

Serap AKTEPE

8 Mart Dünya Kadınlar Günü. 8 Mart 1910 yılında Clara Zetkin’in öncülüğünde komünist kadınların İkinci Uluslararası Kadınlar Kongresi’nde aldıkları kararla başlayan ve o günden bugüne kadınların yüzyıllardır süre giden esaretine başkaldırdığı, eşit haklar için savaşı yükselttiği bir gündür. O dönem kadınların yükselttikleri şiar “oy hakkı“ idi.

1918’de işçi hareketindeki bölünmesinden sonra, 8 Mart’ı kutlayanlar öncelikle hem sosyalist hem de kapitalist ülkelerde komünist kadınlardı.

Clara Zetkin’in yönlendirmesiyle TKP’li kadınlar da 1921 yılından sonra 8 Mart’ı kutlamaya başladılar. 1921’de TKP Kadın Kolu’ndan Cemile ve Rahime kardeşler öncülüğünde komünist kadınlar, Mustafa Suphi, 15’ler ve Maria Suphi’nin Kemalist burjuvazi tarafından katliamını telgraflar çekerek  protesto ettiler. 1975 yılında da İlerici Kadınlar Derneği, İKD öncülüğünde 8 Mart yeniden kutlanmaya başlanmıştır.

1940’ların sonundan itibaren 8 Mart sosyalist ülkelerde kadınlar için resmi bir izin günü oldu.

1968 hareketiyle birlikte 8 Mart geleneği „kadının kurtuluşu“, özgürleşmesi talepleriyle kadına yönelik sosyal, kültürel, cinsel, sınıfsal, ulusal her tür baskıya karşı savaşın yükseltildiği, kadınların can alıcı sorunlarının her tür eylemlerle dile getirildiği bir biçim aldı ve kadınların savaşının sınıf savaşı; barış, eşitlik ve toplumsal ilerleme mücadelesinin bir müttefiki olduğu benimsendi.

Kadınlar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çalışma alanındaki sömürü ve baskının yanısıra toplumda şiddete uğruyorlar, erkekler tarafından katlediliyorlar. Yasalara rağmen çocuk yaşta evlendiriliyorlar. İşyerlerinde farklı ücret alıyorlar ve daha fazla psikolojik şiddete maruz kalıyorlar. Eğitime ulaşımda, çalışma hayatına katılmada erkeklere göre daha fazla engelle karşılaştıkları gerçeğiyle eşitsiz bir konumdalar. Cinsel ayrımcılık ve ulusal baskıya maruz kalma, doğum sağlığı ve haklarındaki yetersizlikler, çocuk ve yaşlı bakımı, ev işlerini de üstlenme, yoksulluk-yoksunluk kadınların karşı karşıya kaldıkları  sorunların başında gelmektedir.

Kadınların bir erkeğe bağımlı olmadan, sadaka düzenine ayak uydurmadan, kendi ayakları üzerinde durması, kendi hayatıyla ilgili kararları verebilmesi, ezilmemesi için ekonomik olarak özgürleşmesi gerekmektedir. Toplumdaki geleneksel roller kadını eve bağlar, evde erkeğin yeniden üretime katılmasını sağlamasına rağmen çalışmasının maddi karşılığını alamaz duruma gelir. Diğer yandan da kadının çalışma hayatından uzak tutulmasıyla da ekonomik özgürlüğüne kavuşamaz, ev içinde söz sahibi olamaz, ailenin bütçesine dolayısıyla refahına bir katkısı olmaz.

Bu kapitalist düzende kadının iyi bir eğitime sahip olmaması, hatta okur-yazar olmaması iş istihdamında çok aranan bir durum değildir. Ancak ev işçiliği ya da temizlik gibi düşük ücretli işlerde çalışabilmektedirler. Bu durum kadın yoksulluğunu önleyen bir durum değildir. Kahramanmaraş merkezli depremde bile enkazdan kurtarılan bir kadının ilk cümlesi „Beni özel hastaneye götürmeyin, param yok!“ demesi bu durumun ne denli içler acısı olduğunu gözler önüne sermektedir.

Çalışan kadınlar ise ev ile işyeri arasında iki katlı eza ile yaşamını çatışmalar doldurmaktadır. Çalışan kadın, evin kadını ve anne kadın bu çatışmaların zeminini oluşturur. Bir de evde bir yaşlı bakımı da söz konusu ise kadın ya daha fazla mücadele etmek durumunda kalır ya da psikolojik sorunlara maruz kalır. Bir de bunun üzerine geleneksel değerlerin baskısı kadınların çok daha fazla gerilmesine ve bu gerginliklerle baş etmesini gerektirir.

​Erdoğan’ın tek adam rejimi ile kadınların durumu daha da kötüleşti. Yoksul mahallelerde yaşayan, eğitimi düşük ve yoksul kadınlar tarikatların esareti altında ve Erdoğan’ın oy deposu. Küçük çocukları çekerek Kuran kurslarını yönetme görevini üstlenen ve kermesler düzenleyen bu kadınlar inatla eski düzenin sürdürücüsü olarak roller üstleniyorlar ve gericiliği üretiyorlar. Başka bir yaşamın çok farkında olmayan bu kadınlar tarikat şeyhlerinin birer müritleri olarak 6 yaşındaki çocuğunu bile feda edebiliyor. Buna rağmen ülkemizde Erdoğan’ın antidemokratik baskılarına, kadınlara biçtiği rollere, kadınları erkek ve tarikat egemenliğıne teslim etmek için kendi yaptığı İstanbul Sözleşmesi‘ni kaldırmasına karşı, kadının özgürlüğü için, demokratik mücadelenin bir parçası olarak güçlü bir kadın hareketi de gelişmektedir. 

Kadınlara dair söylenecek çok şey var. Ancak ülkemizde ve dünyada kadın sorunu sadece kadının değil, aynı zamanda erkeğin de sorunudur. Erkekler kendilerini de özgürleştirmek için bu soruna dört elle sarılmadan toplumsal ilerleme sağlanmaz; daha çok kadın cinayete kurban gider, gericiliği ve dindarlık görevini kadına atfeden bu düzen çok kolay değişmez, ne kadın ne de erkek özgürleşebilir.

Kadınların özgürleşme mücadelesinin yükselmesi için önümüzde duran en elzem görev her şeye muktedir Erdoğan rejiminin devrilmesidir. Bu nedenle seçimin de yaklaştığı bu 8 Mart’ta kadınlar olarak bu ortaçağ karanlığından kurtulmak için daha çok çalışmalı, mücadeleyi yükseltmeliyiz.

Depremin enkazında çok kadın yaşamını yitirdi.

Haydi, bu iktidardan kurtulmak için sosyal bir deprem yaratmaya!

Yaşasın kadın mücadelesi ve dayanışması!

Yaşasın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü!

Bir yanıt yazın